Notların verdiği sinyal ve bağımlı kalkınma üzerine…

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

 Şu günlerde baz etkisiyle düşen enflas­yon, Türkiye’nin bir kez daha en kö­tüsünü geride bırakmış olduğunu göste­riyor göstermesine ancak bu durumu her kesim eşit derecede hissedemiyor.

UBS raporuna göre geçtiğimiz yıl Türkiye’de birilerinin serveti yüzde 157 artış kaydet­miş. Bu kişilerin gelir dağılımında pasta­dan en yüksek pay alan ilk 20’lik dilimde olduğu muhakkak da geride kalan yüzde 80’lik kesimin daha da fakirleşmiş olması artık bir şeylerin de değişmesi gerektiğini göstermez mi?

Türkiye, geçmişte de ortodoks politi­kaları uygulayarak enflasyonu düşürme­de başarı sağladı ve üç beş sene de sürse belli bir refah dönemini yakaladı. Ancak son elli yılda genel kabul görmüş küresel neoliberal sistem, gelişen ülkelere ticaret ve finans yoluyla bağımlı bir kalkınma yolu açmış olduğundan yeniden tesis edi­len bu süreçte kırılganlıklarımızı asgari düzeye indirecek bir dizi yapısal önleme ihtiyaç var.

Gelir eşitsizliğine çözüm vergi ve tasarruflar (maliye politikası) yoluyla sağlanabilir

Para politikası kendine düşeni ziya­desiyle yapmaya devam ederken, mali­ye tarafına içeriden büyük baskı olduğu gözlenmekte. Çıkacak ilk vergi paketin­den bazı alanların törpülendiği görülü­yor ki bunlardan biri de tartışmalı servet vergisi.

TCMB’nin parasal sıkılaşması hedefine ulaştı

Son dönemdeki makroekonomik tab­loda TCMB’nin parasal sıkılaşma görevi­ni ziyadesiyle yerine getirmiş olduğunu; Türk Lirası’na artan taleple dolarizasyo­nun (12 Temmuz BDDK verilerine gö­re KKM dahil yüzde 47,8) önemli ölçü­de düşmesi ve döviz rezervlerinde (153,8 milyar dolar) artışı beraberinde getirme­sinden anlıyoruz. CDS puanındaki düşüş, ülke notlarımızın da dip seviyelerden yu­karı doğru çıkışı, gri listeden çıkış ve cari açığın da değerli TL söylemine karşın dü­şüyor olması da yabancı basın ve yatırım bankalarının olumlu görüşleriyle beraber ülkeyi adeta dövize boğmuş durumda.

Ülke notlarındaki artışlar ortodoks ekonomi politikasına geçişi destekler nitelikte

Yabancılar nezdinde son olumlu ge­lişme beklenildiği üzere iki not artışıy­la Moody’s ten geldi. Kurum, Türkiye’nin kredi notunu “B3”ten “B1”e yükseltirken, kredi notu görünümünü “pozitif” olarak korudu. Kredi notunun yükseltilmesinin temel neden olarak yönetişimdeki iyi­leşmeler ve özellikle ortodoks para po­litikasına kararlı ve ‘giderek daha iyi yerleşen geri dönüş’ gösterildi.

Buradan alınan sinyal açıkça Türki­ye’nin küresel neoliberal ekonomi siste­mine yeniden eklemlenmiş olmasıdır ve kararlıdan kasıt da bu politikaların sürdü­rülmesidir. Ancak sürdürülen bu politika­ların Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı noktasında “sürdürülebilir” olması, plan­lanan kalkınma adımlarının ne kadar “ba­ğımlı” ya da “bağımsız” olabileceğiyle ya­kından ilgilidir. Günümüzde neoliberalist kalkınma modelinin en çok tartışılan kıs­mı budur ve geçmişteki ortodoks politika­ların da bu bağlamda bağımlılığı arttırmış olduğu son yıllardaki yabancı çıkışı ve not düşüşlerinden açıkça görülebilir.

Bağımlılık olgusundan kastım üretim ve finans kesimlerinde yapısal iyileşme­ler (vergi, hukuk ve üretim süreçlerinde yapısal reformlar) sağlanmadığı sürece Batı (merkez) ile siyasi ilişkilerin günü­müzde kalkınmada belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkıyor oluşudur.

Aslında gelişen ülkelerin Batıya karşı al­mış oldukları pozisyondan yola çıkılacak olursa kalkınmanın tam da Samir Amin’in söylediği gibi GSYİH’nın artışı anlamına gelen teknik bir kavram olmayıp, politik olduğunu görürüz. Samir, tarifini şu şe­kilde sürdürür; “Kalkınma politik bir kav­ramdır, yani içe dönük, halk sınıflarının bir futbol maçındaki gibi lafla değil, gerçek bir bilinçli dayanışma projesine sahip bir üretici sistemi gerçekleştirebilmektir.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar