Notların verdiği sinyal ve bağımlı kalkınma üzerine…
Şu günlerde baz etkisiyle düşen enflasyon, Türkiye’nin bir kez daha en kötüsünü geride bırakmış olduğunu gösteriyor göstermesine ancak bu durumu her kesim eşit derecede hissedemiyor.
UBS raporuna göre geçtiğimiz yıl Türkiye’de birilerinin serveti yüzde 157 artış kaydetmiş. Bu kişilerin gelir dağılımında pastadan en yüksek pay alan ilk 20’lik dilimde olduğu muhakkak da geride kalan yüzde 80’lik kesimin daha da fakirleşmiş olması artık bir şeylerin de değişmesi gerektiğini göstermez mi?
Türkiye, geçmişte de ortodoks politikaları uygulayarak enflasyonu düşürmede başarı sağladı ve üç beş sene de sürse belli bir refah dönemini yakaladı. Ancak son elli yılda genel kabul görmüş küresel neoliberal sistem, gelişen ülkelere ticaret ve finans yoluyla bağımlı bir kalkınma yolu açmış olduğundan yeniden tesis edilen bu süreçte kırılganlıklarımızı asgari düzeye indirecek bir dizi yapısal önleme ihtiyaç var.
Gelir eşitsizliğine çözüm vergi ve tasarruflar (maliye politikası) yoluyla sağlanabilir
Para politikası kendine düşeni ziyadesiyle yapmaya devam ederken, maliye tarafına içeriden büyük baskı olduğu gözlenmekte. Çıkacak ilk vergi paketinden bazı alanların törpülendiği görülüyor ki bunlardan biri de tartışmalı servet vergisi.
TCMB’nin parasal sıkılaşması hedefine ulaştı
Son dönemdeki makroekonomik tabloda TCMB’nin parasal sıkılaşma görevini ziyadesiyle yerine getirmiş olduğunu; Türk Lirası’na artan taleple dolarizasyonun (12 Temmuz BDDK verilerine göre KKM dahil yüzde 47,8) önemli ölçüde düşmesi ve döviz rezervlerinde (153,8 milyar dolar) artışı beraberinde getirmesinden anlıyoruz. CDS puanındaki düşüş, ülke notlarımızın da dip seviyelerden yukarı doğru çıkışı, gri listeden çıkış ve cari açığın da değerli TL söylemine karşın düşüyor olması da yabancı basın ve yatırım bankalarının olumlu görüşleriyle beraber ülkeyi adeta dövize boğmuş durumda.
Ülke notlarındaki artışlar ortodoks ekonomi politikasına geçişi destekler nitelikte
Yabancılar nezdinde son olumlu gelişme beklenildiği üzere iki not artışıyla Moody’s ten geldi. Kurum, Türkiye’nin kredi notunu “B3”ten “B1”e yükseltirken, kredi notu görünümünü “pozitif” olarak korudu. Kredi notunun yükseltilmesinin temel neden olarak yönetişimdeki iyileşmeler ve özellikle ortodoks para politikasına kararlı ve ‘giderek daha iyi yerleşen geri dönüş’ gösterildi.
Buradan alınan sinyal açıkça Türkiye’nin küresel neoliberal ekonomi sistemine yeniden eklemlenmiş olmasıdır ve kararlıdan kasıt da bu politikaların sürdürülmesidir. Ancak sürdürülen bu politikaların Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı noktasında “sürdürülebilir” olması, planlanan kalkınma adımlarının ne kadar “bağımlı” ya da “bağımsız” olabileceğiyle yakından ilgilidir. Günümüzde neoliberalist kalkınma modelinin en çok tartışılan kısmı budur ve geçmişteki ortodoks politikaların da bu bağlamda bağımlılığı arttırmış olduğu son yıllardaki yabancı çıkışı ve not düşüşlerinden açıkça görülebilir.
Bağımlılık olgusundan kastım üretim ve finans kesimlerinde yapısal iyileşmeler (vergi, hukuk ve üretim süreçlerinde yapısal reformlar) sağlanmadığı sürece Batı (merkez) ile siyasi ilişkilerin günümüzde kalkınmada belirleyici bir unsur olarak karşımıza çıkıyor oluşudur.
Aslında gelişen ülkelerin Batıya karşı almış oldukları pozisyondan yola çıkılacak olursa kalkınmanın tam da Samir Amin’in söylediği gibi GSYİH’nın artışı anlamına gelen teknik bir kavram olmayıp, politik olduğunu görürüz. Samir, tarifini şu şekilde sürdürür; “Kalkınma politik bir kavramdır, yani içe dönük, halk sınıflarının bir futbol maçındaki gibi lafla değil, gerçek bir bilinçli dayanışma projesine sahip bir üretici sistemi gerçekleştirebilmektir.”