Normalleşmenin yönetimi ve sonrası

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Yaşanan travma hayatımızı öylesine etkiledi ki, uzun süre kimsenin başka bir konuyla ilgilenmesi, gündeme başka başlıkların girmesi kolay olmayacak gibi görünüyor. Darbe girişiminin kısa sürede önüne geçilmesi, üstelik bunun bütün sivil toplumun ortak ve duygusal direniş ile gerçekleşmesi dahi ortamın hızla normalleşmesini sağlayamadı. Tabii ki bunun önemli bir nedeni, girişimin sadece askeri nitelikli bir kalkışmadan ibaret olmaması, toplumda uzun zamandır devam eden siyaset ve din ağırlıklı bir kutuplaşmanın niteliği yönünden yeni ve şaşırtıcı bir durumda olduğumuzu açığa çıkarmasıdır. Bu nedenle devletin neredeyse bütün kilit kurumlarının yeniden yapılanması, ciddi bir kadro tasfiyesi gereğinin doğması, ayrıca devletin dışındaki kurumlara yansıyan etkilerinin oluşması söz konusu. Üstelik bunun nasıl yapılacağı konusunda da, çeşitli kesimlerin, kısmen geçmiş mağduriyetlerden ve ihmallerden kaynaklanan farklı beklentileri bulunuyor. Yani oldukça geniş bir alana yayılacak tedbirler ve uygulamalar da, bunlar üzerindeki tartışmalar da bugünden yarına sona ermeyecek. Ne var ki ülkenin bu darbe kalkışması öncesinde var olan yüklü olağan gündemi de aynen devam ediyor. Yeni bir olağanüstü durumun ortaya çıkması, bu gündemin önemini azaltmış değil; aksine onun zorluk derecesini arttıran yeni bazı boyutların doğmasına yol açmış durumda. Buna karşılık, kalkışma dolayısıyla oluşan toplumsal uzlaşmanın sürdürülebilmesi halinde gündemin değişmez parçası olan bazı müzmin sorunlarla daha kolay baş edilmesi de mümkün olabilir. 

Travma algısı ve kurumsal zafiyet

Öncelikle bizler, haklı olarak, Türkiye’de artık askeri darbe zemininin kalmadığı, toplumun buna izin vermeyeceğinin ortaya çıktığı kanaati doğrultusunda ümitlenirken darbe girişiminin objektif plandaki algısının daha farklı ve olumsuz olduğunu unutmamalıyız. Yatırım cazibesi açısından potansiyelimizin sürekli gerisinde kalmamıza neden olan kronik yapısal zaaflarımızın başında yer alan kurumsal kalite düzeyimizin, hem hala askeri darbe tehlikesine açık olduğumuzun anlaşılması, hem de girişimin bastırılması ertesinde alınan önlemlerin olağandışı genişlikte olması nedeniyle sanılandan da yetersiz bulunduğu görüntüsü doğdu. Sözgelişi ülkedeki bütün üniversitelerin dekanlarının toptan istifa ettirilmesinin, dışarıdan bakan birileri için kolayca anlaşılabilecek bir gelişme olmadığı açık. Kaldı ki bütün yetkililer, kendi beyanlarıyla, yönetimde, yargıda ve istihbaratta büyük zafiyet oluştuğunu ifade ettiler. Kamu görevlerinde liyakat ilkesinin referans olmaktan çıktığı, bu nedenle kurumların yönetim kalitesinin bozulduğu da herkese açık bilgi haline geldi. Ekonomi yetkilileri piyasaların doğal işleyişine müdahale edilmeyeceğini taahhüt ederken bir analistin yazdığı rapor dolayısıyla lisansının iptali gibi münferit olaylar bile hassasiyeti artmış yatırımcı algısını olumsuz etkileyebilir. Oysa 17 Aralık ve Gezi parkı süreçlerinde gözlediğimiz gibi,15 Temmuz ertesinde de ekonomi esnekliğini kanıtladı; hisse ve tahvil değerlerinde ilk hafta oluşan düşüş kısmen geri alındı, döviz kuru ve yurt dışına sermaye çıkışı da korkulan düzeylere varmadı. Hasarın tümüyle giderilmesi ve kredi notumuzu düşürmekte gereksiz bir acele ile davranan S&P'nin haksız çıkarılması, darbe sonrası normalleşme sürecinin kurumsal yapıları süratle onaracak ve piyasalara güven verecek şekilde yönetilmesine bağlı. Uygulamaların hukuk ilkeleri ile tutarlı olarak yürütülmesi de bu performansın temel bir unsuru olarak görülecek.

Büyümesi neredeyse tümüyle dış finansmana ve küresel sermayeye bağımlı hale gelmiş bir ekonomide bu çevrelerle aynı dilden konuşulması zorunlu. Nitekim girişimin hemen ardından Başbakan Yardımcısı Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı yoğun bir mesai ile yabancı finans ve yatırım kaynaklarının ajandalarındaki Türkiye ile ilgili belirsizlik ve kuşkuları bir ölçüde gidermeyi başardı. Ancak özellikle portföy yatırımcısı kurumlar açısından uluslararası derecelendirme kuruluşlarının raporlarının ve not değişikliklerinin kritik önemde olduğunu unutmadan, zaten son iki yılda Türkiye'yi negatif izlemeye alan Moody's ve 15 Temmuz ertesinde metodoloji gerekçesiyle de olsa yerel para cinsinden kredi notumuzu bir kademe düşüren Fitch'in önümüzdeki haftalar ve aylar içinde şekillendireceği tutumuna, bu bağlamda beklentilerine odaklanmak gerekiyor. İki kurumun da istikrarı kurumların sağlamlığında aradığı, risk algısında düşüşü ve yatırım ikliminde düzelmeyi izlediği açık. Bu açıdan girişimin ardından siyasal ortamda ortaya çıkan yumuşamanın da, ekonomi yönetiminin sakin ve güvenli tutumunun sürdürülmesi de çok önemli. Küresel konjonktürde emtia fiyatlarının düşüklüğü, büyümesi dış finansman ve iç talep ayaklarına dayalı Türkiye’ye, basiretli yönetilmesi halinde, yeni fırsatlar da sağlayabilir. Yeter ki makul ve hızlı bir normalleşme sonrasında yapı taşlarını artık hepimizin bildiği travma öncesi yol haritasına ve reform gündemine geri dönelim.

Ortak paydayı genişletmek şart

Bu arada normalleşme ve sonrası için ortalığı saran ve milletçe rutin refleksimiz olan fazlasıyla jenerik " birlik ve beraberlik" çağrıları yerine daha operasyonel ve anlamlı olacak "ortak paydayı genişletme" ilkesi üzerinden yürümekte yarar var. Çünkü olağanüstü koşullarda kısa süreli geçerliği olan şablonlar, sonuç odaklı yol haritaları ve eylem planları için elverişli aletler değil. 2001 sonrasında ortaya atılan ve sonradan savsaklanan kamu yönetim reformunu, hazır bünyedeki bir uru temizleme fırsatı doğmuşken, yeniden ele almanın ve en fazla ihtiyaç duyduğumuz nitelikli insan kaynağı kaybını asgari düzeyde tutacak bir şekilde hayata geçirmenin de zamanıdır sanırım. El konulan binlerce okulun da kapatılmak yerine milli eğitime devredilerek son yıllarda sürekli ertelenen eğitim reformunun daha geniş tabanlı bir uzlaşma ile canlandırılması da pekala mümkün olabilir.

Aslında sorunlarımızın temelinde toplumsal kesimler arasındaki ilişkilerin ve karşılıklı pozisyonların korku ve kuşku kültürü üzerine kurulması var. Cami ve asker kışlası gibi halkın en fazla benimsediği iki sembolün de farklı kesimler için bu kültürü yansıtmaya başladığını bu travma ile hatırlamış olduk. İki sembolün de bütün kesimlere güven ve sevgi çağrıştıracağı yeni bir birlikte yaşama kültürü üzerinde uzlaşırsak, diğer kronik sorunlarımızı çözme şansımız da eminim artacaktır.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019