Normal gelen anormallikler - 6

Rüknettin KUMKALE
Rüknettin KUMKALE [email protected]


Günlük koşuşturma içinde pek çok kişi ve davranışla karşılaşıyoruz. Bir kısmı bizi etkiliyor, fark ediyoruz ve bu davranışın neden yapıldığını düşünüyoruz. Çoğunluğunu ise fark etmiyoruz. Çünkü artık kanıksamışız. Normal geliyor.

Bir kısmı sizi olumsuz yönde etkiliyor ve etrafınıza söz etmek istiyorsunuz.

Aslında bu "normal gelen anormallikler"den söz etmek bir anlamı ile öz eleştiri. Diğer bir anlatımla bu bizim toplum ve bireyler olarak yapmamız gereken eylem.

Bu yazı dizisinde, kendinizi bulacaksınız. Ve şimdiye kadar fark etmeden yaşadığınız, çevrenizdeki birçok davranışı ve kendi davranışlarınızı fark edeceksiniz.

Bu dizinin önceki yazıları 06.06.2017, 18.07.2017, 22.08.2017, 24.10.2017 ve 23.01.2018 tarihlerinde yayımlandı. Bu altıncı grup.

Doktora gitmeyip etrafın tavsiyesi ile ilaç kullanmak

Biz her şeyi biliyoruz ya, bir dostumuz hastalandığı zaman hemen tavsiyede bulunuruz. Şu ilacı iç, bana çok iyi geldi.

Her insanın bünyesinin başka olduğunu her ilacın herkeste aynı neticeyi vereceğini düşünemeyiz. Bu anormallikle hepimiz karşılaşmışızdır, netice almamışızdır ve bu hareketlerden vazgeçmeyiz. Halbuki yapılacak normal davranış, doktora gitmektir.

Engellilere engel olan mekanlar

Belediyeler Kanun zoruyla, kaldırımların üzerine yuvarlak çıkıntılar olan sarı taşlarla yol yaptılar. Ama sadece bu. Binaların çoğunluğu engellilere engel olmak için dizayn edilmiş. Oto parklarda engelliler için ayrılan park yerlerine engelsizler park ediyor. Kimse engellilerle ilgilenmiyor. Bu anormal durumun farkında değiliz.

Herkesin futbol bilmesi

Futbolu hepimiz biliyoruz Hepimiz yorumcuyuz. Teknik direktörleri eleştiriyoruz. İstifaya davet ediyoruz. Hem de acımasızca. Taktik veriyoruz. Etrafımızla kavga ediyoruz. En iyisini biz biliyoruz.

Futbol kendi özelliği olan, insan odaklı ve insanların teknik yapıları ile ilgili bir spor. Futbolu meslek olarak kabul etmiş insanlar konu üzerinde çalışıyorlar. Başarılı olmak en büyük dilekleri. Onlar özellikle takımları ve kendileri başarısız olsun diye çaba göstermiyorlar. Teknik direktörler futbol mesleğinden geliyorlar. Ve bunlara bir kadro veriliyor. Bununla başarılı ol deniliyor.

Kulübün mali durumu belli. Transferler yapılıyor ve bir takım oluşturuluyor. Yani sözün kısası elindeki un ve su belli. Bu olanaklar ile iyi bir ekmek yapması isteniyor.

Futbolun kaideleri belli. Ne yapılırsa başarılı olunacağı belli. Biz ise dışarıdan gazel okuyan, mesleği futbol olmayan insanlar. Ama anormal bir şekilde bütün yapılması gerekenleri biliyoruz, tartışıyoruz, akıl veriyoruz ve bu hareketlerimizin normal olduğunu kabul ediyoruz.

Herkesin her konuda fikir yürütmesi

Hepimiz her konuda bilgiliyiz. Sanki her konuda uzmanız. Okumuyoruz, bilgilenmiyoruz, ama laf çok. Doktordan daha çok biliyoruz, avukata mesleğini anlatmaya kalkıyoruz, mali müşavirden daha çok bilgiliyiz, bu sebeple de fatura almıyoruz, ona ders vermeye kalkıyoruz.
Egomuz çok yüksek, ancak içi boş bir ego. Dünyanın en bilgili insanlarından Sokrat (MÖ 469 - MÖ 399), “bir şeyi çok iyi biliyorum ki, o da hiçbir şey bilmediğimdir” demiş. Fikir edinme, soru sorma, bir konuda aydınlanma çabası bize göre değil. Çünkü biz zaten her şeyi biliyoruz.
Şunu kabullenmemiz gerekiyor; bir insanın her şeyi bilmesi olanaksız. Ama bir konuda uzman olunabilir. Bu, uzman olduğu konuda da her şeyi bildiği anlamına da gelmez. Bilgili insan çok konuşmaz. Sorulduğu zaman fikrini belirtir. Ama biz çok konuşarak çok bildiğimizi anormal bir şekilde anlatma çabasındayız.

Kadınlarımız

Anamız,
Bacımız,
Karımız,
Kızımız,
Torunumuz,
Kadınlarımız,
Uğruna kavga ettiğimiz, adına şiirler, türküler, şarkılar yazdığımız, aşık olduğumuzda, sabahlara kadar hüngür hüngür ağladığımız.
Kadınlarımız.
Sonra, dövdüğümüz, taciz ettiğimiz, öldürdüğümüz kadınlarımız.
Ve Şairin dediği gibi;
Soframızdaki yeri öküzümüzdün sonra gelen
Kadınlarımız.
Gazeteler, artık üçüncü sayfalarını kadınlara yapılan kötü muamelelere, kadın cinayetlerine ayırmış. Bir sayfa yetmiyor.
Kadın, kocasından dayak yiyor, babasının evine sığınıyor, birde babasından dayak yiyor.
Kadını döveceksin, sonra koynuna alacaksın, ne yaman çelişki. Eskiden dayak yiyen kadın karakola gittiği zaman, komiser; ”Kocandır sever de, döver de” derdi.
Kadının adı yok.
Erkek ne yapsın, çocukken babası dövüyor. Okula gidiyor, öğretmeni dövüyor. Askere gidiyor, komutanı dövüyor. Kültürü dayak üzerine kuruluyor. O da karısını dövüyor.
Ve bizler, sıradan insanlar, normal bir olaymış gibi umarsız bir şekilde bakıyoruz. Bazı sivil toplum örgütleri, kadın toplulukları, yürüyüşler yapıyorlar, seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Nafile. Onlar yürürken, bir kadın dayak yiyor, taciz ediliyor, öldürülüyor.
Anormal bir durum demek bile hafif kalıyor. Ve hiç kimse bir şey yapmıyor, yapılacak iş, erkek çocuklara küçük yaştan itibaren çağdaş eğitim vermek. Bugün başlasak, ancak otuz yıl sonra belki sonuç alırız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
İnovasyon 16 Ekim 2019
İşletme sermayesi 16 Temmuz 2019