Noel Baba, Bakan Günay'ı ziyarete bekliyor…

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

Noel Baba…

Çocukların kahramanı…

Pek çok dilde pek çok ismi var:

Santa Claus…

Saint Nicholas…

Father Christmas…

Kris Kringle…

Sadece Türkçede değil…

Birçok dilde "baba" sözcüğü  ile birlikte kullanılıyor…

Mesela İtalya'da Babbo Natale diye adlandırılıyor…

İspanya'da Papa Noel…

Meksika'da da…

Brezilya'da Papai Noel…

Portekiz'de Pai Natal…

Çek Cumhuriyeti'nde Deda Mraz…

İrlanda'da Daidi na Nollag…

Fransa'da Le Pere Noel…

Bugün her yılbaşında ortaya çıkan bütün dünyanın tanıdığı bir efsane Noel Baba…

Ama aslında o gerçek bir kişi…

Tarihsel bir kişilik…

Ve de Antalyalı…

Yani, belki de bu bütün dünyanın en çok tanınan karakteri Anadolulu…

270 yılında doğmuş…

Patara'da…

Ren geyiklerinin çektiği kızağı ile bir kuzeyli karaktere dönüşmeden yüzyıllar önce hiç kar görmeyen Akdeniz kıyılarında yaşamış…

Döneminin en parlak kentlerinden biri olan Myra'da…

Bugünkü adıyla Demre'de…

Ve 346 yılında da orada ölmüş…

Bütün Noel baba efsanelerine kaynaklık yapan bu kişinin adı Nikolaos…

Ren geyiklerinin çektiği kızağı ile bir kuzeyli karaktere dönüşmeden yıllarca önce

Yaptığı işler, bıraktığı izler nedeniyle isminin önünde bir de "Saint" yani "Aziz" nitelemesi var…

Aziz Nikolaos Likyalı Hıristiyan bir din adamı…

Myra Piskoposu…

Yaklaşık 1700 yıl önce (325 yılında) toplanan ünlü İznik Konsülü'ne Likya'yı temsilen katılmış…

Birinci Konsil de denilen İznik (Nicea) Konsülü'nün tarihte yeri önemli…

Bir anlamda Hıristiyanlığı şekillendiren toplantı…

Toplantıyı bizzat bir zamanlar İstanbul'a adını da vermiş olan İmparator Konstantin düzenliyor…

Hıristiyanlığın, Roma İmparatorluğu'nda resmi din olması konuşuluyor…

Etkileri günümüze kadar süren kararlarda Demreli Nikolaos'un da imzası var…

O toplantıları tasvir eden ikonlarda onun portresi en önde…

Tabii, Aziz Nikolaos'u meşhur eden piskoposluğu değil…

Hayırseverliği…

Anlatılan o ki, Aziz Nikolaos zengin Likyalı babasından kalan bütün servetini yoksullara yardım yolunda harcamış…

Yaşamı boyunca yoksulları ve muhtaçları hep gözetmiş…

Özellikle de çocukları…

Çocukların ve de denizcilerin koruyucu azizi olarak anılmasına yol açacak mucizeleri dilden dile anlatılırmış…

Bu mucizelerden biri Aziz Nikolaos'un 'dirillitiği' söylenen 3 yoksul çocukla ilgili…

Rivayete göre, insanların açlıktan kırıldığı bir dönemde zalim bir kasap üç yoksul çocuğu yemek vermek vaadi ile evine çağırmış…

Çocuklar karınları doyup uykuya dalınca, üçünü de öldürmüş…

Satmak üzere parçalamış…

Olayı duyan Aziz Nikolaos kasabın evine koşmuş ve çocukları diriltmiş…

Bir diğer söylenceye göre, Myra'da fakir bir baba kızlarını evlendirememiş…

Satmaya karar vermiş…

Haberi alan Aziz Nikolaos, baba ve kızları uyurken evlerine girmiş ve üç kese dolusu altın bırakmış…

Diyeceksiniz ki, yılbaşına daha aylar var, durup dururken bize Noel babayı neden anlatıyorsun…

Nedeni şu:

Aziz Nikolaos'un Türkiye'de uzun süre kaldığı söylenen üç yer var…

Biri piskoposluğunu yaptığı Myra antik kenti…

İkincisi, mezarının da bulunduğu kendi adıyla anılan Aya Nikola Kilisesi…

Üçüncüsü de yine adıyla da anılan Gemiler Adası…

Hani geçen yazımda size tatilden bahsedip, ardından da tatile çıkmıştım ya…

O tatilde biz dört aile, çoluk çocuk Fethiye'den başlayan bir mavi yolculuk yaptık…

Mustafa Kaptan'ın idaresinde, eşi Aynur hanım ve oğulları Yılmaz kaptanın oluşturduğu üç kişilik bir aile işletmesi Mermaid-I teknesi ile… 

İşte o mavi turda biz bu üç yere de uğradık…

Gördüklerimiz ise bizi hem sevindirdi hem de bir hayli üzdü…

Onları sizlerle paylaşmak istiyorum…

İlk durağımız Myra oldu…

Ören yerinde gitmek için önce Çayağzı iskelesine demirledik…

Tıpkı yıllar önce Myra'lıların Andriake limanına yaptığı gibi…

Kısa bir minibüs yolculuğu ile Demre ilçe merkezine vardık…

Myra Antik kenti bu ilçemizde ve etrafında yer alıyor…

Likya dönemi kaya mezarları…

Roma dönemi tiyatrosu…

Milattan sonra 2. Yüzyıl'da büyük bir gelişme gösteren kentin kalıntıları muhteşem…

O dönemin teknik koşullarında yapılmış bu kadar büyük ve özenli yapılar insana mimarlık ve mühendislik o zaman varmış, şimdikiler çocuk oyuncağı dedirttiriyor…

Ve böylesine büyük tarihsel zenginliklerin ve birikimin Türkiye topraklarında yer alması gurur veriyor…

Ama gelin görün ki…

Merdivenleri inip çıktıkça, odalara girince büyük bir hüzün kaplıyor içinizi…

Kola kutuları, bira şişeleri, naylon poşetler…

Odalarda mangal kömürleri, isli duvarlar…

Belli ki, geceleri girilip ateş yakılıyor…

Gündüz de farklı değil ki…

Elinde bıçak merdivenlere kendi ismini kazımaya çalışanları mı ararsın…

Taş kabartma tiyatro maskelerinin ağzına burnuna yediklerini tıkıştıranlar mı…

Avrupalı turistler de bu başıboşluğa kendini uydurmuş…

Baktım biri yüzlerce yıllık bir sütün başını yerinden oynatmaya çalışıyor…

Bir diğeri sağlamlığını ölçmek istercesine ayağıyla tiyatro merdivenlerinden birini eşeliyor…

Kendi ülkelerinde buradakinin onda biri değerinde bir tarihsel yapıya dokunmaya kalkın başınıza gelmeyen kalmaz…

Biz de ne yazık ki sahipsiz…

Neyse uzatmayayım…

Çıkışta arkadaşlardan bazıları tuvalete gitmek istedi…

Ama başarılı olamadılar…

Tuvaletin yolunu bulamadıkları için değil…

İçeri adım bile atamadıklarından…

Tuvalet taşmış…

Her tarafı pislik götürüyor…

Gelen turistler manzarayı görünce "Oh, my god" nidaları arasında kaçışıyor…

Şikayet edecek görevli arıyoruz ama etrafta kimseler yok…

Girerken bilet kestikleri için kapıya yöneldik…

Gözümüze müzenin satış noktası ilişti…

İçeri girdik, ferahladık…

Sadece o sıcakta serin bir yere girmekten dolayı değil…

Düzenli ve iyi işleyen bir yapı görmekten…

İçeride ilginizi çekebilecek pek çok şey var…

Likya paralarının replikalarından tutun da, Tarkan'ın kasetlerine kadar…

"Müze" görevlileri de son derece ilgili…

Gördüklerimizi onlarla da paylaştık…

Tabii, anlattıklarımız zaten bildikleri şeylerdi…

Nedenini sorduğumuzda, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yeterince personel çalıştırmamasından kaynaklandığını söylediler…

Bir süre önce, Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki 48 müze ve örenyeri gişesinin işletmesi bir süre önce MTM-TÜRSAB ortaklığına devredildi…

6 yıllığına…

Müzelerin gelirlerinin ve ziyaretçi sayılarının artırılması için…

Yüksek temsil gücüne erişmesi…

Ziyaretçi hizmetlerinin iyileştirilmesi için…

İhale geçen yıl bu zamanlarda düzenlenmişti…

2010 Eylülü'nde…

Aradan geçen bir yıla bakınca görünen o ki, daha alınması gereken bir hayli yol var…

En azından zengin Likya'nın zengin başkenti, Hıristiyanlığın kurucusu sayılan St. Paul ve arkadaşlarının uğrak yeri Myra'da…

İkinci durağımız Noel Baba Müzesi oldu…

Bir diğer ismiyle Aya Nikola Kilisesi…

Etraf Rus dolu…

Aya Nikola, en eski dönemlerinden beri Rusya'nın en popüler azizi imiş…

Anlaşılan şimdi de öyle…

Rus Çarı II. Aleksandr'ın 1862 yılında onarımını üstlendiği Noel Baba'nın kilisesini en çok onlar ziyaret ediyor…

Oradaki Müze görevlilerinden gelenlerin yaklaşık yüzde 70'inin Rus olduğunu söylüyor ki, fazlası var eksiği yok…

Her gün 3 bine yaklaşan ziyaretçilerin arasında Rusları İtalyanlar izliyor…

Aziz Nikolas'a İtalya'da Bari ve Napoli kentleri ile tüm Sicilya adasında özel bir saygı duyuluyormuş…

Noel Baba imajını Amerika'ya taşıyan Hollandalı ve İngilizler de ziyaretçiler arasında…

Birinden Aziz Nikolas'ın New York'un da koruyucu azizi sayıldığını öğreniyoruz…

Yasak olmasına rağmen, Aziz Nikolas'ın lahiti dahil, kilise içerisinde patlayan fotoğraf makinesi flaşlarını saymazsak, Noel Baba müzesinde işler çok daha yolunda görünüyor…

Görevli sayısı da fazla…

Çoğu yeni mezun gençler…

Ve müzelerin Türsab'a geçmesinden sonra çok daha iyi hale geleceğinden ümitli görünüyorlar…

Myra da gördüğümüz utanç tablosunu paylaşıyoruz…

Onlardan Myra'da tuvaletlere bakmakla görevli personelin daha önce Noel Baba müzesinde çalıştığını öğreniyoruz…

Hiç çalışmıyormuş… O gidip yerine başka birisi gelince durum düzelmiş…

Mavi turda Aziz Nikolas ile ilgili son durağımız Gemiler Adası Örenyeri oldu…

Burası da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı…

İşletmesi ise Myra ve Noel Baba müzelerinde olduğu gibi TÜRSAB-MTM ortaklığında…

Verilen bilgiye göre, adanın en yüksek noktasındaki kilisenin Aziz Nicolas'a ithaf edildiği eski çağlara ait bir denizcilik rehberinde yer alıyor…

1990 yılından bu yana Japon bir ekip tarafından yapılan araştırmalarda ada ve çevresinde 11 kilise belirlenmiş…

Kiliselerin yanı sıra, adanın her yanı, eski mezarlar, tüneller ve değişik yapılarla dolu…

Adanın etrafındaki kıyılar da da…

Ancak Kekova'da gördüğümüz koruma, en az onun kadar zengin tarihi kalıntılara sahip bu ada için sağlanmamış…

Bütün kıyılarına mavi tur tekneleri demirleyebiliyor…

Mezar yeri olarak belirtilen kapısı kilitli odanın içinde pencereden bakınca gördüğümüz sadece plaj şemsiyeleri ile alüminyum merdivenler oldu…

Sanıyorum, ben bir gazeteci olarak görevimi yaptım…

Tatilimiz sırasında tanık olduklarımızı, gözlemlerimi sizlere aktardım…

Böylelikle "bunları yazmalısın" diyen arkadaşlarımın tavsiyesine de uymuş oldum…

Ama asıl yapmak istediğim yetkililerin bu konuda dikkatini çekmek…

Çünkü konu görevse, şimdi sıra onlarda…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar