Nezihe Meriç’i kaybedeli 10 yıl oldu…
Nezihe Meriç, benim çok sevdiğim 50 Kuşağı yazarlarından… Aramızdan ayrılalı 10 yıl oldu… İlk olarak Bozbulanık’ını okumuştum anımsadığım kadarıyla… Öykü tutkunu olduğum için de diğer kitapları birbirini izlemişti… Çok sayıda hikâyesi var, ama yalnızca iki romana imza attı: Korsan Çıkmazı (1961) ve ondan 42 yıl sonra yayınlanan Alacaceren (2003).
2004 yılında, yayın yönetmeni olduğum Dünya Kitap’ın Yılın En İyileri Ödülleri’nde Çavlanın İçinde Sessizce adını verdiği anı kitabı ile benim de içinde bulunduğum jüri tarafından Yılın Telif Kitabı Ödülü’ne değer bulundu.
Ödül töreni sonrasında Nezim’le (dostlarının ona hitap şekli) yaptığı bir söyleşiyi yayınladık Dünya Kitap’ta… Orada da her zaman olduğu gibi sözünü sakınmıyordu. İşte böyle nedenlerle iyi yazarlığının yanı sıra duruşuyla da sevgi ve saygıyla andığım edebiyatçılarımızdan birisi oldu… Yazın dünyamızın en önemli isimlerinden biri olmasına rağmen, bundan bir paye beklemedi; her zaman tavrını iyi edebiyattan yana koydu… Popülerliği değil, gerçek edebiyatı seçti, onu savundu…
Nilüfer Belediyesi onu bu sene “Yılın Yazarı” seçmiş. Başkan Turgay Erdem imzasıyla bana gönderilen mektupta “Nilüfer Belediyesi olarak bu yıl altıncısını gerçekleştirdiğimiz ‘Yılın Yazarı’ projesini, eserleriyle içtenliğin ve doğallığın sesini hayatımıza incelikle işleyen, Cumhuriyet’in ilk kadın öykü yazarlarından biri olan Nezihe Meriç’e adadık. 1950’lere eserleriyle damgasını vuran, yaşamda tanıklık ettiklerini öykülerinde ustalıkla işleyen Nezihe Meriç’i yıl boyunca düzenlediğimiz etkinliklerle kentin gündemine taşıdık” deniliyor…
Bu bağlamda 6-7 Aralık tarihlerinde Nâzım Hikmet Kültürevi’nde “Yılın Yazarı Nezihe Meriç Sempozyumu” düzenleniyor… Bu sempozyumda benden de Nezihe Meriç’in romancılığı konusunda bir bildiri istediler… Geçtiğimiz günlerde yazdım ve gönderdim…
Burada, severek okuduğum iki romanından Alacaceren’le ilgili bölümden kısaca söz etmek istiyorum:
Korsan Çıkmazı’nda gördüğümüz imgelerle süslenmiş bir anlatımla karşılaşmıyoruz 42 yıl sonra yayınlanan bu kitapta. Nezihe Meriç, geçen süre içinde çağdaş dünya yazınını da dikkatle takip etmiş, diye düşünüyorum. Çünkü Alacaceren, o dönem çok sözü edilen Postmodern edebiyat içinde değerlendirmeyi mümkün kılabilecek öğeler taşıyor. Bunların önde geleni ise “roman içinde roman” anlatılması. Meriç’in romanının kahramanı Bengi de bir roman yazıyor ve bu romandan parçalar da Alacaceren’de yer alıyor… Yani Alacaceren’i ve bu romanın içinde yazılmakta olan Bengi’nin romanını, tabii ki Nezihe Meriç’in de kendi sesini ahenk içinde birlikte okuyoruz… Kitap, Fransızcaya da çevriliyor (Les matins de Bengisu) ve 2005 yılında Paris’te yayınlanıyor…
Romanın merkezinde Bengi’nin yanı sıra kardeşi Gün yer alıyor. Anlaşamayan ailede annenin bir başka erkekle olmaya karar verişini babaya açıklaması üzerine, her iki ebeveynin de evi terk etmesiyle Bengi ve Gün, dedeleri tarafından yetiştiriliyor. Günümüz Türkiye'sinde de rastlanan bir durum… Yıllar sonra şöyle diyor Bengi “Eh, bu da benim kaderim! Mutsuz bir annenin, içedönük bir babanın çocuğu olmak rastladı bana.”
Romanın bölüm başlıkları da ilginç; “sabah” sözcüğü, on üç bölümün dokuzunda geçiyor; roman sabahlar üzerine kurgulanmış. Her sabah, aslında yeni bir umut; çocuklar sabahı beklerler, akşamları da yatmak istemezler… Çocukları çok seven Nezihe Meriç de öyle düşünüyor olmalı ki hep sabahlarda yaşatıyor kahramanlarını…
Korsan Çıkmazı’nın son cümlelerinde de sabah bekleniyor?
“Diyorum ya, güneş nasıl olsa doğacak. Korsan Çıkmazı’ndan ayrılmamalıyım artık.
Sabahı burada bekleyeceğim.”
Hepimiz sabahı/sabahları bekliyoruz… Nezihe Meriç’in Korsan Çıkmazı’nı kaleme aldığı 1959 yılındaki umutlarını, 60 sene sonra hâlâ taşıyor ve yaşıyorum…