Net uluslararası yatırım pozisyonu açılıyor
Merkez Bankası, Türkiye'nin uluslararası net yatırım pozisyonunu, yani dış varlıkları ile dış yükümlülükleri arasındaki farkı düzenli olarak yayınlıyor. Bu fark dış yükümlülükler lehine gelişiyor. Farklı bir ifadeyle, dış varlıklarımız dış yükümlülüklerimizin oldukça gerisinde kalıyor. Döviz kurundaki oynamalar bu nedenle Türkiye ekonomisi üzerinde önemli etkiler yapıyor.
2000 yılı sonunda uluslararası net yatırım pozisyonumuz eksi 98.3 milyar dolarmış. 2001 krizi ile birlikte 13 milyar dolar azalıyor. 2007 sonunda eksi 314 milyar dolar kadar net pozisyonumuz. Küresel krizin şiddetlenmesiyle birlikte 2008 yılı sonunda 114 milyar dolar azalıyor. İster biz yaratalım ister başkaları yaratsın, sonuçta kriz dönemlerinde net yatırım pozisyon açığımız önemli ölçüde kapanıyor. Farklı bir ifadeyle, bir bütün olarak bilançomuzu küçültüyoruz; ekonomimiz bu küçültmeden kötü etkileniyor. Peşi sıra işsizlik artışı ve ekonomik daralma geliyor.
Net uluslararası yatırım pozisyonunun aniden daralması bu nedenle iyi bir şey değil. Ama yüksek düzeyde net pozisyon açığı vermek de iyi değil. Sonuçta bir şeyin aniden düşebilmesi için önce yüksek bir düzeyde olması gerekiyor. 2012 sonunda net uluslararası yatırım pozisyonu açığımız 414 milyar dolar oldu. Gayri safi yurtiçi hasılaya oranı böylelikle yüzde 50'yi aştı. Bu oran 2000 yılı sonunda yüzde 37 düzeyindeydi.
Bu yüksek pozisyon açığı nedeniyle, döviz kurunun artması ve bu artışın enflasyon oranının üzerinde olması; farklı bir ifadeyle yerli paranın reel olarak değer kaybetmesi, bir bütün olarak Türkiye'nin bilançosunu bozuyor. Döviz kurundaki artış ne kadar fazla ve ne kadar uzun sürüyorsa, bilançodaki bozulma da o denli fazla oluyor. Bilançonun bozulması bir yandan yatırım yapma kabiliyetinin ve isteğinin azalması anlamına geliyor diğer yandan şirketlerin değerini düşürerek finansmana erişimlerini güçleştiriyor. Ekonomik faaliyet hacmi düşüyor.
Böyle dönemlerde, bankaların geri dönmeyen kredilerinin toplam kredilere oranı artıyor. Böyle bir gelişme, bir süre sonra bankaların kredi musluklarını daha dikkatli açmaları anlamına geliyor. Şirketlerin finansmana erişimleri ve koşulları daha da güçleşiyor. Öte yandan, şirketlerin giderek daha fazla sorunlarla uğraştığı ekonomilerde sadece yatırım değil, tüketim harcamaları da olumsuz yönde etkileniyor. Büyüme oranı düşüyor. Aynı dönemlerde ithal girdi maliyetlerindeki artış enflasyonu yükseltiyor. Merkez bankası faizleri düşüremiyor.
Bu tip ekonomilerde yerli paranın (aşırı oranda) reel olarak değer kaybetmesinden temelde bu nedenlerle korkuluyor. Ama tersi gelişme de sorunlu: Yerli paranın reel olarak değerlenmesinin önemli olumsuz etkileri var. Döviz kurunun düşmesi ya da yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon arasındaki fark kadar artmaması, ihracatı caydıran ithalatı ise teşvik eden bir olgu. Dış ticaret ve cari işlemler dengesi bozuluyor. Ama bir başka olumsuz etki daha var ve çok önemli. Yerli paranın reel olarak değerli olması ve bunun uzunca bir süre devam etmesi, döviz cinsinden borçlanmayı özendiriyor. Üstelik yurtiçi tasarruflar yetersiz bir düzeydeyse, bu 'kötü' teşvik daha da güçleniyor. Fon ihtiyacı olanlar, bu ihtiyaçlarını ağırlıklı olarak yurtdışından temin etme yoluna gidiyorlar. Sonuçta ülkenin net yatırım pozisyonu (açık döviz pozisyonu) açılıyor. Bir anlamda, açık döviz pozisyonu kendini besliyor; süreç içinde daha fazla açık döviz pozisyonuna yol açıyor.
Bu kısır sarmaldan çıkış kolay değil. Bir yandan düşük tasarruf oranı sorunu ile diğer yandan da düşük verimlilik oranı ile ilgili. Bunlar bir çırpıda çözülecek sorunlar değil. Kısa dönemde ise ekonomi politikasına, özellikle de para politikasına ayak bağı oluyor yüksek düzeyde net yatırım pozisyonu açığı ve beraberinde getirdiği döviz kuru hareketlerine karşı hassasiyet.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar