Nereye koşuyoruz?
Ekonomi cephesinde gelişmelerin sürdürülebilir olduğu, karar alma konumundaki herkesin yeterli bilgiye sahip olduğu ve tutarlı davranış sergilediği durumlar istikrar adına ideal olan bileşimdir. Böyle bir yapı sağlıklıdır, sorun üretmez; fakat orta ve uzun vadede böyle bir durumu korumak kapsamlı bir seçicilik gerektirir. Bu dengeden uzaklaşmak sağlığın ve istikrarın kaybedilmesi anlamındadır. Böylesi normal durumlarda döviz kuru ve faizlerde ciddi sayılabilecek dalgalanmalar yaşanmaz, düzenleyici kurumların müdahalesine ihtiyaç duyulmaz, belirsizlik ve kırılganlık artmaz, güven bunalımı oluşmaz. Kalıcı çözüm ne pahasına olur ise olsun bu dengenin yakalanmasını ve bir daha kaybetmemek adına yetkili düzenlemelerin hayata geçirilmesini gerektirir. Bunların değişik sebepler ile yapılamıyor olması yozlaşmadır, sorunların ağırlaşması ve istikrarsızlığın dalgalı bir şekilde etki alanını genişletmesi anlamındadır. Rekabet koşulları ve gelir dağılımı bozulur, fiyat dalgalanmaları belirsizlik ve kırılganlığı artırır, güven bunalımı kademeli bir şekilde artar, düzenleyici kurumların yaptığı tepkisel müdahaleler kısa vadeden öteye işe yaramaz...
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız giriş bölümü tüm sosyal bilimlerin alfabesi niteliğindedir. Fakat ne yazık ki bu temel gerçekler unutturulmuş, anormali normalmiş gibi algılatarak insanları şuursuzlaştırmak ve sorunları ağırlaştırarak günü kurtarmak çözüm olarak pazarlanır hale gelmiştir. Son üç, hatta son on yıllık dönemde küresel düzeyde yaşananlara bir bakın, finansal sermayenin iddia ettiği gibi, merkez bankalarının parasal genişlemeyi ivmelendirmesi çözüm olsa idi bugünkü küresel koşulların çok daha farklı olması gerekmiyor muydu? Olumsuz fiyat dalgalanmaları ağırlaşmış, sorunların büyüyen dengesizliklerin ve etki alanı genişleyen yozlaşmanın sonucudur; tek başına parasal genişleme ile çözülemez. Bunun tam aksi de doğrudur, tek başına parasal sıkılaşmada bir süre için fiyat hareketlerini sakinleştirebilir, fakat sorunların ağırlaşmasını önleyemez. Aksi yöndeki algılamalar aldanmadır, tuzağa düşmektir... Geniş kesimleri eksik veya yanlış bilgilendirerek yönlendirmek, tutarlı davranışı engelleyerek çok yönlü olumsuzlukları tırmandırmak çabasıdır, geniş kesimlere ve adalet kavramına ihanettir. Avrupa Birliği, 1990'lı yıllar boyunca ciddi bir parasal sıkılaşma yaşadı, sorunların ağırlaşmasını önleyemedi; 2000'lerde ise aksini yaptı ve bugünkü durumuna geldi. Hep günü kurtardı ve geleceğini tüketmekten başka bir şey yapamadı. Yaklaşık 30 yılı aşkın bir süredir parasal genişlemeye abone olan Japonya'nın durumu iyiye mi gidiyor... 1995 sonrasıda kademeli olarak para politikasını iyice gevşeten ABD'nin durumu neden olumsuzlaşmaya devam ediyor... Dengesizlikler büyüyor ve sorunlar ağırlaşıyor ise istikrarsızlık potansiyeli büyür; para politikası uygulamaları kısa vadede ağrı kesici etkisi yaratır ve sıkıntıları bu nedenlerle azalanlar durumun düzelmeye başladığı palavrası ile aldatılır... Küresel ekonomi sorunları ağırlaşıp, ağrıları arttıkça para politikası uygulamalarının müptelası oldu. Merkez bankaları da bir yandan finansal piyasaların diğer yandan siyasi iradelerin baskısı ile kontrolünü kaybetti. 2012 senesi ve sonrasına ilişkin belirsizlik arttı, acil ihtiyaçların karşılanması içgüdüsü baskın çıktı ve yozlaşma hızlandı. Para politikası uyulamasına sorunları çözmek adına eşlik edecek diğer politikalar vitrin süsü olmaktan öteye gidemedi.
Yazının girişindeki normal durumu ve bugünün küresel zıtlıklarını birlikte değerlendirerek sorgulayın, nereye koşuyoruz? Yapıcı bir tavır içinde miyiz, yoksa o görüntü altında yıkıcılık yapıyor ve istikrarsızlık tohumlarını mı ekiyoruz? Bağımlıların öncelikli derdi krize girmemektir ve içine girdikleri kısır döngüden çok büyük bir kriz yaşamadan kurtulma şansları yoktur!..