Nerede bu devlet, nerede bu millet?
17 Ağustos...
Bu tarih Türkiye için 12 yıldır tek bir şey ifade ediyor;
Sayısız insanın canını alan...
1999 Marmara Depremi'ni...
***
Deprem, Türkiye'nin gerçeği...
Türkiye'nin yüzde 71'i birinci ve ikinci derecede riskli deprem bölgelerinde yaşıyor...
Daha birkaç ay önce Kütahya Simav depremini yaşadık…
Depremle yaşamasını öğrenmek zorundayız...
İyi ama nasıl?
İnsan depremle yaşamayı nasıl öğrenir?
Birincisi sağlam binalar yaparak...
İkincisi eğitim ve örgütlenme ile...
***
Aslına bakarsanız ikincisi olmadan birincisi de olmuyor...
Eğitimli ve örgütlü bir toplum değilseniz, hiçbirşeyi sağlam yapamıyorsunuz...
Sevdiklerinizi bile koruyamıyorsunuz...
99'da peşpeşe yaşadığımız iki büyük deprem felaketinin faturası ortada:
20 bin can kaybı...
Onca akıllı, gücü kuvveti yerinde insan...
Ama örgütsüz ve hazırlıksız…
Gölcük'te, İzmit'te, Düzce'de, Kaynaşlı'da...
Ne yapabildik?
***
Ekonomik ve sosyal etkilerini saymıyorum bile...
Aynı yıl 12 Kasım'daki Düzce Bolu depremi ile birlikte Marmara Depremi'nde sadece ağır hasarlı ve yıkılan konut ve işyerlerinin sayısı 80 bini geçti...
O yıl milli gelir yüzde 6.4 daraldı...
GSMH 204.6 milyar dolardan...
187.3 milyar dolara indi...
***
O dündü...
Peki ya bugün?
Hakkında konuşmak canımızı sıksın ya da sıkmasın...
İşte İstanbul depremi kapıda...
Önümüzdeki 20-30 yılda...
14 milyonluk dev metropolün büyük bir depremle sarsılma olasılığı yüzde 50'nin üzerinde...
***
İstanbul'da yıkıcı bir depremin sonuçları da çok yıkıcı olacak...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin web sitesine girin...
Göreceksiniz…
Hepsi orada...
Japonlarla birlikte hazırlanan bütün senaryolar...
6.8 büyüklüğünde olursa fatura ne olur?
7.4 şiddetinde olursa ne olur?
***
İstanbul Master Planı içinde hangi mahallenin riski ne hepsi belli...
En riskli bölgeler, Tuzla, Pendik, Kartal, Maltepe, kısmen Kadıköy, Üsküdar...
Tabii, zemin durumuyla birlikte binanızın durumu da önemli...
Ama ben size kestirmeden söyleyeyim...
İstanbul'daki büyük bir depremin tahmini yıkıcı sonuçları şöyle:
Ağır hasarlı ve yıkılmış bina sayısı 51-59 bin...
Can kaybı: 73 bin ile 87 bin kişi
Ağır yaralı: 120 bin ila 135 bin...
İlk anda müdahale edilmesi gerekecek insan sayısı 540 bin...
***
Dile kolay...
Uzmanlar, büyük İstanbul depreminde bir milyon kişinin arama kurtarmaya ihtiyaç duyacağını hesaplıyor...
Tablo ortada...
Peki ne yapıyoruz?
Fazla birşey değil...
Ama boş da oturmuyoruz...
En azından bazılarımız...
Mahalle Afet Gönüllüleri gibi...
***
Mahalle Afet Gönüllüleri...
Kısa adıyla MAG...
Bir vakıf...
Amacı, mahalle düzeyinde örgütlenerek Türkiye'de afet bilincini artırmak...
Vatandaşın afete hazırlanmasına yardımcı olmak...
Hem eğitim hem malzeme sağlayarak...
***
Geçen hafta MAG Vakfı yöneticileri ile biraraya geldik...
Başkan Vedat Kirişçioğlu anlattı:
İnsanın en temel refleksi hayatta kalmak...
Ve sevdiklerini kurtarmak...
Afetlerden, sonraki 72 saat çok önemli...
Özellikle de depremlerde...
Ancak bu ilk 72 saatte insanlar genellikle yanlız...
Tek başına...
Yardıma muhtaç...
***
Büyük çaplı afetlerde;
Ne Sivil Savunma…
Ne İtfaiye Teşkilatı...
Ne de bir başka profesyonel kurum...
Kolay kolay yardıma gelemiyor...
Hastaneler, okullar, kamu binaları gibi öncelikleri var...
Bireylere yardıma gelmeleri...
"Orada kimse var mı?" diye sormaları...
Bazen iki, bazen üç günü buluyor...
Bu sürede mahalle halkı kendi başının çaresine bakmak durumunda...
***
MAG Vakfı Genel Sekreteri Elvan Cantekin '99 depreminden bir örneği hatırlatıyor...
"İzmit-Gölcük arası 22 km'dir...
Deprem günü itfaiye ve kurtarma araçları o yolu 8 saatte gelemedi...
Hatırlayacaksınız, gençler, ellerinde sopalar, vura vura yolu düzenledi...
Büyük bir afette, ilk anda kimse gelmiyor, gelemiyor...
Afetzedelerin çoğu ilk 24 saat içinde çevreden yetişen, genellikle eğitimi ve ekipmanı olmayan yakınları ve komşuları tarafından kurtarılıyor...
Ne yazık ki, işin gerçeği bu..."
***
Kendi canıyla uğraşmıyorsa, komşular imdadınıza yetişiyor yetişmesine ama...
Bilinçsiz...
Eğitimsiz...
Ekipmansız yapılan bu ilk müdahaleler pek işe yaramıyor...
Çoğu kez yarar yerine zarar getiriyor...
Sevdiğimiz insanları kurtalarım derken...
Yalan yanlış bilgilerle onlara daha büyük zararlar verebiliyoruz...
Hatta kurtarılabilecek insanların ölümlerine neden olabiliyoruz...
***
MAG bir gönüllüler ordusu...
89 mahallede örgütlü...
İstanbul, Kocaeli, Yalova ve İzmir'de...
Her mahallede 35-50 kişilik ekipler...
Her biri 36 saatlik eğitimden geçmiş...
Afet bilinci ve hazırlığın yanı sıra...
Afet psikolojisi...
Temel yangın söndürme...
İlk yardım ve hafif arama-kurtarma dersleri almış...
3500 gönüllü...
***
Anlayışları, "yaşamak ve yaşatmak elimizde"…
Görevleri, profesyonel yardım ulaşana kadar etkin müdahale...
Gerekli malzemeyi, riskin yüksekliğine göre seçerek örgütlendikleri mahallelerde bir konteynerde depoluyorlar...
Jeneratör, beton delgiler, baretler, çelik destekli botlar...
Tam 96 kalem ekipman…
50 gönüllünün her birinin ayakkabı numaralarına kadar detayları düşünülmüş...
***
Başka konteynerlerden çok çalınan malzeme olmuş...
Örneğin İstanbul Valiliği'nin koyduğu konteynerlerin 76 tanesi alınmış...
Ama MAG'ınkilere dokunan olmamış...
"Çünkü sahipli" diyor Elvan Cantekin, "bütün mahalle koruyor..."
***
Bu tabloya bakıp, rahatlayalım mı?
Şimdiye kadar yapılanlar yeterli mi?
"Yetmez" diyor Prof. Mustafa Erdik...
Prof. Erdik, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi'nde görevli ve MAG Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi…
"İstanbul'da 932 mahalle var...
MAG 58 mahallesinde örgütlü...
Riskli bölgeleri göz önüne aldığımızda...
Bize bunun en az üçte biri lazım...
Yani, depreme hazırlıklı olmak için 300 mahallede olmamız gerekiyor.."
Prof. Erdik, Türkiye çapında ise 5-6 bin mahallede MAG tipinde örgütlenme olması gerektiğine dikkat çekiyor...
***
Japonlar güzel söylemişler:
"Bir ülkede ne kadar çok arama-kurtarma ekibi varsa, durum o kadar vahim demektir..."
Bizde de binaların durumu ortada...
Evet, deprem yönetmeliğini çıkardık...
Yeni binaları ona uygun yapıyoruz...
Parası olan da binasını güçlendiriyor ama...
Ya hiç dokunulmayanlar?
Yolda gidip gelirken etrafınıza şöyle bir bakın...
Durum vahim değil mi?
Ne zaman düzeltiriz?..
Büyük İstanbul depremine yetişir mi?..
Bilinmez...
***
Şeyda Sever...
MAG Vakfı çalışanı...
Kendisi de bir depremzede...
99 depreminde İzmit'teymiş...
"Bütün mesele" diyor, "afetten önce halkın, mahallelinin ne yapacağını bilmesi...
Onun için hazırlık işine önem veriyoruz...
Hedef, yapısal olmayan zararların azaltılması...
Basit şeyler bile hayat kurtarabiliyor...
Örneğin, pencerenizin sizin için yarattığı tehlikeleri biliyor musunuz?
Ya da yatağınızı nereye koymalısınız?
Giriş-çıkış yollarını eşyalarla kapatmak sizi öldürebilir..."
***
Sever, İstanbul Kağıthane'den bir MAG gönüllüsünün başından geçenleri anlatıyor...
Kocası kalp krizi geçirmiş...
Hemen 112'yi aramış ve ilk müdahaleyi o yapmış...
Sadece MAG'da öğrendiklerini uygulamış...
Cankurtaran geldiğinde, eşinin hala kalbi atıyormuş...
"Deprem olmasa da" diyor Şeyda Sever, "MAG işe yarıyor...
Gönüllülerimiz, orman yangınlarında itfaiye ile birlikte çalışıyor...
Örneğin Karamürsel'deki yangının söndürülmesinde çok katkıları oldu...
Simav'daki depreme de 80 gönüllümüz yardım için gitti..."
***
17 Ağustos'a daha bir ay var...
Adettendir, o gün anarız…
O gün yazarız…
Belki bir gün önce de yazanlar olur…
Belki bir gün sonrasına da sarkar kimi haberler…
Bilemediniz bir hafta…
"Unutma, unutturma" deriz…
Sonra?
***
Sonrası malum…
Doğrusu ben de önce bu yazıyı 17 Ağustos'ta yayınlamak üzere saklayayım mı diye düşündüm…
Fakat 17 Ağustos'u sadece 17 Ağustos'ta hatırlayacaksak durumuz vahim...
17 Ağustos'tan hiçbir şey öğrenmemişiz demektir...
Demektir ki, yarın yine bir afette, televizyonlara çıkıp, çaresizlik içerisinde;
"Nerede bu devlet, nerede bu millet" diye bağıracağız…
Oysa MAG'ı tanıyınca gördüm ki, birileri kolları sıvamış, geleceği gün gibi aşikar afetlere hazırlanmaya çalışıyor…
Etrafındakileri bilinçlendirmeye…
Kendisini topluma karşı, sevdiklerine karşı sorumlu görenleri örgütlemeye uğraşıyor…
Ve değil mi ki, hepimizden destek bekliyor…
Onlardan öğrendiklerimi bir an önce sizlerle paylaşmak istedim…
Basının görevi de nedir ki zaten?
Toplumdan aldığını yine topluma vermek…
Bir ayna gibi…
Gönüllü işinden izin bile alamıyor…
Ne demiştik?
Olası bir İstanbul depreminde arama-kurtarmaya ihtiyaç duyacak vatandaş sayısı:
1 milyon...
Peki ya kurtaracakların sayısı?..
Örneğin İstanbul Sivil Savunma Arama-Kurtarma Birliği...
Atatürk'ün anlamlı bir sözünü kendilerine şiar edinmişler:
"Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirler düşünmek lazım…
Geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur…"
17 Ağustos ve 12 Kasım'da özveriyle çalıştılar…
80 kişilik profesyonel bir ekip...
"Koca İstanbul için ne kadar az" mı dediniz?
Peki kaç kişi olmalı?
100, 200, 500?..
Bir milyon rakamı ile karşılaştırınca her rakam yetersiz...
Ne zaman olacağını bilmediğimiz bir deprem için devletin milyarlarca lira maaş verip görevli tutması da olacak iş değil...
***
Dünyada da böyle bir uygulama yok…
O zaman geriye gönüllüler kalıyor...
Gönüllülük, sivil toplumun, örgütlü toplum olmanın gereği...
Gönüllü, içinde bulunduğu toplumda herhangi bir karşılık ya da çıkar beklemeksizin bir işi yapmayı kendiliğinden üstlenen kişi olarak tarif ediliyor…
Örneğin Almanya'da afet konusunda örgütlü 48 bin gönüllü var...
Gönüllülük birçok Avrupa ülkesinde yasalarla düzenlenmiş...
Türkiye'de ise gönüllü bir faaliyete katılmak için işinizden izin bile alamıyorsunuz…
Üstelik gönüllü olarak çalışırken herhangi bir sorun çıksa korunmanız yok...
***
Konuyu yakından izleyenlere göre, Türkiye afet ve acil durum konusunda geçmişe oranla daha örgütlü…
Çeşitli bakanlıklar ve genel müdürlükler altındaki çalışmalar bir çatıda toplandı…
2009'da Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı oluşturuldu…
Kısa adı AFAD...
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay'a bağlı…
Şu anda ise bir başkanı yok...
Başkan Mehmet Ersoy milletvekili seçilmiş...
İ. Ejder Kaya vekil olarak işin başında…
Konuyla ilgili herkes görüş birliğinde:
Türkiye'nin afetlere hazırlıklı olmak için, gönüllü çalışmayı kolaylaştıracak gerekli mevzuatın oluşması için çalışmalara başlanması gerekiyor...
MAG modelini ihraç ediyor
MAG modeli, bir afete hazırlık modeli olarak dünyada da önemli kabul görmüş...
İsviçre İşbirliği Ofisi'nin desteğiyle kurulmuş ama zamanla kendi özgün modelini yaratmış...
Sistem Türkiye'deki mahalle modeline uygun olarak gelişmiş...
Ve bu model bugün birçok ülke tarafından örnek alınıyor...
Örneğin Fas MAG modelini almış uyguluyor...
Bir anlamda ihracat...
Keza İran…
Tahran Belediyesi talep etmiş...
Ve Ürdün de...
Ürdün'de Filistinlilerin kaldığı kamplar devlete bağlı değil...
Dolayısıyla kamudan hizmet alamıyor...
MAG bu kamplara gitmiş...
Kampta yangın çıktığında ne yapmaları gerektiğinden, ilk yardıma, Filistinli gönüllülere eğitim vermiş...
Küçük firmalar daha çok destekliyor büyükler ise deprem deyince kaçıyor
Birleşmiş Milletler'in eski başkanı Kofi Annan, "Bir yerde deprem olduktan sonra oraya yardım sağlamak çok kolay" diyor...
Dünyanın her yanından yardım kuruluşları, özel firmalardan adeta yardım yağar...
Logolarını, markalarını yapıştırıp ne bulurlarsa gönderirler..."
Türkiye'de de öyle…
Afet olduktan sonra yardım kuyruğu oluşuyor da…
Afete hazırlık boşa bir yatırım gibi görülüyor...
Belki de, firmalarımızın halkla ilişkilerini yönetenler, afetin zararını azaltmak üzere gösterilen çabaları, "PR" açısından pek değerli bulmuyor…
MAG Vakfı'nın deneyimleri de bu görüşü doğrular nitelikte…
"Küçük firmalar, büyüklere göre daha ilgili" diyorlar...
Gönüllüler arasında yer alıyorlar...
Mahallelerindeki örgütlenmeye destek veriyorlar...
Büyükler ise "deprem" konusuyla birlikte anılmak istemiyor...
Bunu "tatsız" buluyorlar...
Başkan Vedat Kirişçi, "Deprem, afet dediğiniz zaman, aynı AIDS'le mücadele gibi görülüyor... Sizinle birlikte görünmek istemiyorlar..." diyor...
Büyük firmalara sporu desteklemek, eğitimi desteklemek çok daha çekici geliyor...
Belki, "halkla ilişkiler" ya da "reklam" açısından doğru bir strateji...
Ama o zaman depremle kim uğraşacak?
Sadece devlet mi?
Ya da İsviçreliler mi?
Türkiye'de depremi, afeti, arama-kurtarmayı kendine mesele yapmış firmalar ve insanlar da var...
Bu yazıda başarılı bir örneği; MAG'ı size anlatmaya çalıştım...
MAG, 1999 Marmara Depremi'nin ardından kurulmuş...
2000 yılında İsviçre İşbirliği Ofisi'nin (SDC) Türkiye şubesi desteğiyle...
İsviçreliler, öncelikle arama kurtarma çalışmaları için bilgi paylaşıyor...
Uzun bir süre de finans sağlıyor...
Sonra da "devamını siz sağlayın" deyip çekilince, vakıf fikri ortaya çıkıyor...
2007'de MAG Vakfı kuruluyor...
Daha fazlası için vakfın internet adresi şöyle: www.magvakfi.org.tr
MAG'ı kimler oluşturuyor diye merak ediyorsanız, işte size bir liste...
Yönetim Kurulu: Vedat Kirişçi, Dr. Mustafa Farsakoğlu, Sabri Vedit Engin, Murat Sungur Bursa, Prof. Mustafa Erdik, Ünal Somuncu, Muhammet Yenel (İstanbul Ticaret Odası temsilcisi), Cem Tanrıkılıcı (Eczacıbaşı Holding) ve Tuğrul Paşaoğlu...
MAG Vakfı Mütevelli Heyeti
Kurumsal:
ABB Elektrik
Anadolu Endüstri Holding
Ben Boru
Doğuş Holding
Eczacıbaşı Holding
İstanbul Ticaret Odası
MÜSİAD
Nurol İnşaat
Kadir Has Vakfı
Parador Properties
Bireysel:
A. Gündüz Özdemir
A. Nazmi Durbakayım
Ahmet T. Altıner
Ali Müfit Gürtuna
Ali Rıza Arslan
Atilla Özdikmen
Ayşenur Yıldız
Burhan Silahtaroğlu
Celalettin Özel
Cem Bakioğlu
Erman Atasoy
Erol Bilecik
Ersin Arıoğlu
Fazıl Say
Hakkı Polat Gürkan
Halit şarlak
Haluk Sanver
Haluk Ulusoy
Hamit Doğan Başak
Hasan Ulusoy
Hüsnü M. Özyeğin
İbrahim Betil
İskender Nuri Aka
İzzet Çevik
Jan Nahum
Mehmet Birgi
Mehmet Celal Betil
Metin tayfın İşeri
Muktedir İlhan
Murat Sungur Bursa
Mustafa Erdik
Mustafa Farsakoğlu
Mustafa Yılmaz
Okan Balcı
Oktay Yavuz
Osman Faruk Loğoğlu
Osman Kaya
Osman Mayatepek
M. Gülay Barbarosoğlu
Remzi Önder Karaduman
Sabri Vedit Ergin
Saffet Karpat
Sait Ali Bayrak
Sedat Şükrü Ünlütürk
Şerif Arı
Şeyda Zeynep Akdurak
Tavit Köletavitoğlu
Tayfun Beyazıt
Turan Eser
Uğur Yüce
Ünal Somuncu
Vedat Kirişçi
Yasin Hilmi Yazan
Yücel Yılmaz