Neoliberalizme ‘içten’ bir eleştiri
Bu haftanın ekonomi bilimi çevrelerindeki flaş konusu bizzat IMF ekonomistlerinin (Ostry, Loungani ve Furceri) belki de tarihte ilk defa IMF’nin ekonomi politikalarının bir kısmına eleştirel bir bakış açısı getiren bir yazıyı “Finance and Development” adındaki kuruluşun resmi dergisinde yayımlamasıydı. Yazının bir diğer ilginç özelliği de bugüne kadar daha çok sol kesimlerin kullandığı ve oldukça negatif bir anlam yüklenilen (bu nedenle de bu politikalarının savunucularının bile kullanmaktan kaçındığı) “neoliberalizm” teriminin bizzat yazının başlığında (“Neoliberalizm: Aşırıya mı Kaçtı?”) yer almasıydı. (IMF’nin serbest piyasacı tedbirleriyle ilgili daha önceleri kullanılan terim “Washington konsensüsü” idi. Ancak, bu terim hem içinde “Washington” kelimesi geçmesi nedeniyle oldukça emperyalist bir çağrışım yapması (ki haddizatında öyle), hem de spesifik olarak gelişmekte olan ülkelerle ilgili politikalar içermesi nedeniyle, bugünlerde tedavülden kalkmışa benziyor.)
Yazarlar öncelikle neoliberalizmin 2 payanda üzerine oturduğu tespitini yapıyorlar: piyasalarda rekabetin artırılması ve devletin ekonomideki etkinliğinin azaltılması. Bu bağlamda, genel olarak neoliberal politikaların bugüne kadar başarılı olduğunu belirtmekle birlikte, özellikle 2 konudaki uygulamaların ülkelerin krize girme riskini artırırken büyüme ortalamalarını da düşürerek faydadan çok zarar getirdiğini düşünmekteler: sermaye hareketleri serbestisi ve kemer sıkma programları.
Sermaye hareketlerindeki serbesti ve yeni teknolojiler sayesinde piyasalar (ve ülkeler) arasındaki finansal işlemlerin sınırsız bir hıza ulaşması, özellikle gelişmekte olan ülkelere hızlı ve büyük miktarda para akımlarının girmesi ve aynı hız ve miktarda çıkması sonucunu doğurmakta. Bu akımların oynaklığının artması sonucunda ülkelerin krize girme ihtimalleri de artmakta. Yazarlar daha önce yaptıkları araştırmalarda aşırı para girişine maruz kalan ülkelerde finansal kriz çıkma olasılığının yüzde 20’ye yükseldiğini tesbit etmişler. (Normal şartlarda bu risk yüzde 7 kadar.) Ayrıca yaşanan her bir kriz sonrasında gelir dağılımında yüzde 4’e varan kötüleşmeler tespit etmişler.
Diğer konu olan kemer sıkma konusu ise özellikle 2008 küresel krizi sonrasında Avrupa’nın toparlanması önünde ciddi bir engel teşkil etmiş durumda. Bilindiği gibi Maastricht kriterlerine göre AB ülkelerinin devlet borçlarının milli gelirlerine oranı yüzde 60’ın, bütçe açıkları ise yüzde 3’ün altında kalmak zorunda(ydı). Tabii, krizle birlikte bu oranlar fersah fersah geçilmiş ise de, AB politika belirleyicilerinin bir an önce borçluluk düzeylerini düşürme baskısı, pek çok ülkenin gereksiz yere resesyonda kalmasına yol açmış durumda. Halbuki, gene yazarların yaptığı araştırmaya göre yüksek borçluluk oranlarının aktif bütçe sıkma politikalarıyla düşürülmeye çalışılması (örneğin yüzde 120’den 100’e), ekonomilerde büyüme sağlamıyor. Aksine kemer sıkma sonucunda milli gelirde meydana gelen yüzde 1’lik bir azalma uzun vadeli işsizlik oranını yüzde 0.6 artırıyor, gelir dağılımını ise yüzde 1.0 kötüleştiriyor. Öte yandan, borç durumu sağlam olmasına rağmen Almanya, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin maliye politikalarında gereken gevşemeye gitmemekte inat etmeleri de Batı ekonomilerindeki toparlanmanın genele yayılmasını engelliyor.
Yazarlar bu 2 neoliberal politika konusunda ortaya koydukları eleştirilerin IMF’nin genelinde de dikkate alındığı kanısındalar. Ancak, eleştirilerin “içeriden” gündeme getirilmesi, IMF’nin teknik kadrolarının da bakış açılarının değiştiği ve politika tavsiyelerini bu yönde değiştirecekleri anlamına gelmiyor. Pek çok bu tip kuruluşta olduğu gibi, IMF’de de araştırma ve uygulama bölümleri arasında ciddi kopukluklar söz konusu. (Ayrıca Batı’nın dev küresel finans şirketlerinin IMF’nin kendilerini doğrudan ilgilendiren “sermaye serbestisi” gibi politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında hiçbir etkilerinin olmadığını düşünmek oldukça “naif” bir varsayım olur.)
Son olarak, bu yazıda doğrudan değinilmemekle birlikte, derginin bir başka yazısında mercek altına alınan ve IMF’nin şimdilerde ancak sorgulayabilir hale geldiği bu politikalara neredeyse 20 yıldan beri itiraz etmekte olan Dani Rodrik’ten de bahsetmek gerekiyor. Rodrik’in küreselleşme ile ilgili görüşleri çok kısaca her ekonomiye aynı reçeteleri uygulamanın yanlış olduğu (one size doesn’t fit all) ve ülkelerin sosyal ve ekonomik altyapılarını dikkate alarak belki idealize edilenin dışında ama daha etkili (second best) politikalar inşaa etmenin mümkün olduğu şeklinde özetlenebilir. (İnsan, Türkiyeli bir ekonomist Dünyadaki ekonomi politikalarına şekil verirken, Türkiye’nin kendisinin ise tutarlı bir politika yoksunluğu içinde çalkalandığını gördükçe hayıflanıyor doğrusu.)