Neden sosyopatları seviyoruz?
Soruyu, doğruluğundan şüphe edip kendinize yakıştırmayabilirsiniz ki, normal şartlarda haklı da olabilirsiniz. Ama gerçek başka; sosyopatlara karşı kuvvetli bir çekim içindeyiz, onları güçlü duygularla kucaklıyoruz.
Adam Kotsko, Amerikalı bir akademisyen. “Neden Sosyopatları Seviyoruz?” diye sorduğu kitap başlığının devamı şöyle; “Kapitalist Televizyonculuğun Rehberi”. Kotsko, Chicago’daki Schimer Kolej’de ders veriyor. Uyumsuzluk diye çevirebileceğim “awkwardness” ve ürpertici/tedirgin edici diye Türkçeleştirebileceğim “creepiness” adlı çalışmaları da var. Diyor ki özetle, Kapitalizmin ürünü televizyonlarımızı açtığımızda ekrandan fırlayan karakterler normal değil, ancak o kadar çoklar ve öylesine yaygınlar ki, normali onlar sanarak yaşıyor, normalden hızla uzaklaşıyoruz. Çevremiz sınır tanımayan sosyopatlarla dolu, üstelik bunlar toplumdan ilgi görüyor, hatta öykünülmesi istenen modeller olarak gösteriliyorlar. Peşlerine takıldığımız kişiler, kişilik bozukluğu sergiledikçe onlara aşık olup, sevgi besleyip hoşgörüyor, sonra da benzeşiyoruz.
Neler oluyor bize?
Toplumsal normlarımızın bozulduğunu söylemek, teşhisin ifadesini zayıflatıyor. Bizi birbirimize bağlayan sosyal değerler öyle hal aldı ki, kötücül olan ödüllendiriliyor, sevgisizlik ve vurdumduymazlık güzel olanla mukayese edilir hale geliyor. Yanlışı yapanın yanına kâr kalıyor.
Tabii ki tüm kötülükleri televizyonlara ve TV dizilerine yüklemek ve medyaya bağlamak haksızlık olur. Medya yayma işlevi gösterdiği için bunu da bir iş modeli olarak yaptığından konumuz. Gösterdikçe kazanıyor, kazandıkça daha çok gösteriyor ya da yazıyor. Sosyopat karakterler senaryoları terk ederek hayata karışıyor. Sosyopat kemikleştikçe, senaryoların ratingi artıyor. Kısır döngü diyelim. Gerçekle sanalın iç içe geçtiği hayatımızda hangisi senaryodaki, hangisi gerçek sosyopat anlayamıyoruz.
Gerçek hayattan, küçük mü küçük bir örnek (dizi senaryolarının eline su dökemez) vergi vermek bir vatandaşlık görevidir. Vergini verecek hatta başka yaşamsal alanlardan keserek zamanında ödemeye özen göstereceksin, yanındaki ise elinde olsa da ödemeyecek, aç gözlülükle giriştiği işlerin üst üste eklenen vergi borcunu dert etmeyecek çünkü ya kaçacak ya zaten af çıkacağı için değersizleşmiş bir para olarak ve taksitle ödeyecek. Senin toplumda kapladığın yüzölçümü küçülürken, o, bir zaman küçük olduğu düşünülen sosyal rolünü genişleterek büyüyecek. Hanginize öyküneceğiz şimdi; çulsuz sana mı, Lamborghini’ye binen ona mı? Kendini, önceleri haksızlığa uğramış biri olarak tanımlayacaksın. Sonra ben de mi yapsam diyerek düşüneceksin. Vazgeçersen kendini korkak diye nitelendireceksin. Ayak uydurunca karnın tok vicdanın zayıf kalacak. Bir kereden bir şey olduğunu idrak edince devam edeceksin. Alkışlandıkça düzenin kötüleri koruduğuna hükmedeceksin.
Stcokholm Sendromu
Kotsko, araştırmalarını popüler Amerikan dizileri üzerinden yürütmüş. Ratingi yüksek yapımlardaki ana karakter, yapımcıyı bile şaşırtan ikinci, üçüncü karakterlerin izleyenler tarafından neden beğenildiğini yorumlamış. Sonuç, sosyopatları seviyoruz.
Dönelim birbirleriyle tıptatıp benzeşen TV kanallarımıza; gündüz kuşağında popüler kültür ve eğlence adı altında renkli sosyopatlar, haber kuşaklarında sosyopatların marifetlerine dair haberler, akşam saatlerinde aynı anda renkli-korkunç-aşk dolu gözüken, eli olmasa düşünceleri kanlı sosyopatların dizi filmleri akıyor. Her gün ve gün boyu bu yayın akışıyla normal kalabilir misiniz? Kaçınılmaz son: Stcokholm Sendromu! Kısa süre içinde gerçekle gerçek olmayan arasındaki ince çizgiyi geçiyor diğer dünyaya ayak basıyoruz. Sonra gelsin entrika gitsin cinayet, yalanın bini bir para. Sosyopatları seviyoruz.
Sağım solum sosyopat
Sosyopat, anti sosyal kişilik bozukluğu. Sıklıkla klinik bir vaka olan psikopatla karıştırılıyor. Konu uzmanı değilim, okumalarımdan elde ettiğim bilgiler ışığında sosyopatların temel özelliği küçük yaşta ortaya çıkıyor. Şiddet, sevgisizlik, ilgisizlik, taciz gibi olumsuz olaylarla şahısta kök buluyor. Sosyopat toplumsal kurallara uymuyor, empatiden yoksun, ahlaki değerlere önem vermiyor, utanmıyor, pişmanlık duymuyor, suça meyledebiliyor, aşk sevgi ve vicdan gibi duyguları alınmış, arkadaşı olmayan, çıkarları için başkalarını manipüle etmeye yatkın, uyumsuz, dürtülerine göre hareket eden, canı nasıl istiyorsa yaşayan ve “ben yaptım oldu, ben istersem yaparım” diyerek kural tanımayan, sık sık kavga eden, öfke kontrolü düşük, dışlanmaktan ya da sevilmemekten rahatsızlık duymayan bir tip.
Yazarken kendime şaşırdım, tasvir etmekte kelimelerin iştahına yetişemedim. İlginç olan, çevreme bakıyorum, gazeteye dalıyorum, televizyonu açıyorum, trafiğe çıkıyorum, yemeğe çıkıyorum… her yerdeler. Demek yaşamda da böyle bir iştah var. Tehlikeli olan ise yanıltıcı dış görünümleri. Ekran onları seviyor. Işıkları var, çekici ve genellikle zeki oluyorlar, tehlikeyi seviyorlar, gözlem yetenekleri yüksek, otoriteye saygı duymuyor böylece isyankar bir görüntü veriyor, sonuçlarını düşünmeden işe kalkışıyorlar… Sanırsınız karşınızda gerçekten adrenalin seven, maceraperest, biraz çılgın hani tam da olmak istediğiniz siz duruyor! Gelsin çaresiz hayranlık. Filmden koptuğumuz an da burası. Gerçekle sanal karışıyor.
Küçük çaplı sosyopat araştırmamda cinsiyete bağlı fazla bir bilgiye rastlamadım, anlatılan tipler sanki erkekti… fakat şu bir gerçek ki, çevrede, televizyonda, sinemada gördüğüm örnekler arasında kadınların hem sayısı hem rollerinin kapsamı artıyor. Sosyopatların cinsiyet eşitliğine saygı gösterdiklerini düşünüyorum.
Kotsko, kitapta birkaç değişik popüler sosyopat tipi vurguluyor. Bir grup komplocu-dolap çeviren (schemers), bir grup gözü yükseklerde (climbers) diğer bir grup ise zor kullanarak, cebren istediğini elde eden (enforcers). Karakter özelliklerini ve semptomları okurken siyasetten ekonomiye, iş dünyasından sanata gözümün önünden geçen yüzleri durduramadım. Büyük küçük, ünlü ünsüz, küresel yerel, sektör ve iş kolu bağımsız, çalışan yönetici fark etmez… Sosyopat istilası.