Neden KOBİ'ler? Neden devlet?

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Geçen yazımda yöneticilere dönem sonu tek bir soru sorulmasını yazmıştım. O soru "Kârımız geçen dönemden; rakiplerimizinkinden ve işletmemizin işine devam edebilmesi için yeterli sayılacak kârdan yüksek mi?" sorusuydu. Bu soruda geçen 'rakiplerinden yüksek kâr' ve 'işe devam edebilmek için yeterli sayılacak kâr' terimlerinin ne anlama geldiklerini de geçen yazımda açıklamaya çalışmıştım. Bu yazımda bu kâr etmek zorunda olan özel bir guruptan bahsetmek istiyorum: KOBİ'ler.

Önce iki konudaki düşüncelerimi peşin peşin ortaya koyayım ki sonradan bu konuda konuşma yaptığım birçok ülkede duyduğum itirazlarla uğraşmak zorunda kalmayalım. Ne zaman, geçen haftaki yazımda söylediğim "...bir şirket tekelleşmeye ne kadar yakınsa, kârı işletmenin işine devam edebilmesi için yeterli sayılacak kârdan o kadar yüksek ... tekelleşmeden ne kadar uzaksa bu kâr o kadar düşük olur" desem birileri kalkar ya "Tekelleşme kötü birşeydir" der ya da "Biz ufak firmalarız, ne tekeli?" diye acınır. Birinci guruptakilere "Bu itirazınızı tekelleşme sayesinde milyarder kere milyarder olan Microsoft patron ve hissedarlarına iletirim. Mutlaka böyle düşündüğünüze çok üzülürler" derim. İkinci guruptakilere de "Evli misiniz veya âşık mısınız?" diye sorarım. Birinci gurup benim gibi tekeller altında büyüyen ve bunun sıkıntısını çekmiş olan birinin bir tekelin müşterisi değil de sahibi olmak arzumu hemen anlar. İkinci gurup ise evlilik veya aşkın bir kişinin tekeli olduğunu anlayınca benim tekel tanımımla dünya hâkimiyetini birbirine karıştırmaktan vazgeçer. Bu iki konuya daha ilerde değiniriz.

Merak etmeyin 'neden KOBİ'ler' diye başlık atıp onların sayıca çokluklarına dayalı geleneksel tartışmalara girmeyeceğim. Her ülkede bilinen nedenlerle KOBİ'lerin desteklenmesi yönünde bir akım var. Siyasiler oy peşinde, bankacılık, reklamcılık, sigortacılık gibi sektörler pazar geliştirme peşinde, falan filan. Bunları okudunuz, biliyorsunuz. Ben KOBİ'lerin neden kârlarını arttırmaları, neden rakiplerinden ve işlerine devam edebilmeleri için yeterli sayılacak kârdan yüksek kâr etmeleri gerektiğine bir başka açıdan yaklaşacağım.  Bundan sonraki yazılarda bu konuda neler yapılması gerektiğine de değineceğiz.

Şimdi ben niye KOBİ'ler diye çırpınıyorum onu anlatayım. Bunun iki nedeni var. Öncelikle KOBİ'ler bir toplumun orta sınıfı gibidirler. Orta sınıfa sık sık orta direk denmesi rastlantı değildir. Bu orta direği olmayan çadır veya tavanın sağlam olmadığı düşüncesinden hareket edilerek yapılan bir isimlendirmedir. Nasıl bir toplumda orta sınıf çöktüğünde o toplumun başı belaya girerse, bir ekonomide de  KOBİ'ler zayıfsa bu, o ekonomi iyiye gitmiyor demektir. Bu onların sayıca çokluğundan kaynaklanan bir realite değildir.

Bir ekonominin iyi idaresi iki asal çabada devlet ve özel sektörün birbirlerini tamamalayan başarılarına dayalıdır. Kaynak yaratılması ve kaynak dağılımı. Ekonomi bilimcisi dostlar "Basitleştiriyor" diye kızmasınlar. Bu köşe ekonomi değil, işletme sohbetleri köşesi. Merkezi planlanan devletçi ekonomik felsefelerle idare edilmeyen ekonomilerde kaynak dağılımını büyük ölçüde devlet yaparken kaynak yaratımı işi özel sektöre verilir. Kaynak yaratıp da bunu şu anda birçok kalkınmakta olan ülkede olduğu gibi adil bir şekilde dağıtamazsanız bunun orta ve uzun vadede faturası ağır olur.  Diğer taraftan yaratamadığınız şeyi de ne kadar adilane mekanizmalar icat ederseniz edin dağıtmaktan bahsedemessiniz. İşte devletin kaynak dağıtırken kullanabileceği en etkin mekanizmalar ne bakanlıkları ne kurumları ne bankaları ne de büyük firmalar değil KOBİ'lerdir. KOBİ'lerin sağlığı bir ülkede kaynak (bakınız gelir demiyorum geliri de içeren kaynak sözcüğünü kullanıyorum) dağılımı adaletinin en iyi göstergesidir. Bu nedenle her ülkenin sürdürülebilir rekabet gücü olan bir KOBİ sektörüne gereksinimi vardır ve hatta bu bir mecburiyettir.

KOBİ'ler diye çırpınmamın ikinci nedeni ise bu kurumların bilinçli bir destek programı olmadan kendi başlarına kârlarını arttıramayacakları, rakiplerinden ve işlerine devam edebilmeleri için yeterli sayılacak kardan yüksek kar edemeyecekleri. Zaten geçmişten gelen kaynak yetersizliği, genellikle zayıf olan yönetim bilgisi birikimi ve yönetim deneyimi gibi nedenlerle avantajlı durumda olmayan KOBİ'ler bir de andığım kâr etmek için gereken kaynakların tedarikinde işi kaynak dağıtmak değil kaynak yaratmak olan büyük alıcıların merhametine terkedilirlerse buna rahmetli dedemin deyimiyle "Bu gidiş iyi gidiş değil" demek gerekir. Bu nedenle KOBİ'lerin kaynak dağılımından hak ettikleri payları alabilmeleri görevi, bu görevin asal sorumlusu 'devlete' aittir. Başka bir deyişle KOBİ'lerin kaynak dağılımından alacakları hissenin tayin ve dağıtımı özel sektöre bırakılamaz. Bu konuda çalışan ve çalışmayan düzenlemelere daha ilerde değinmek üzere...

Sağlıcakla kalın

Not: Bazı dostlar yazında bahsetmiştin "Lüksemburg'a gittin geldin herhalde. Yediğin içtiğin senin olsun neler yaptın?" diye sordular. Avrupa Dış Ticareti Destekleme Kurumları'nın 2011 yıllık toplantısında neler söylediğimi Türkiye Dış Ticaret Derneği dergisinin gelecek sayısı için yazdım. Merak eden dostlar detayları orada bulabilirler.   

1 Daha önceki yazılarımda kaynak kelimesinin mali kaynaklar, insan gücü kaynakları, alt yapı ve fiziksel kaynaklar, stratejik işbirlikleri ve ortaklıklar ile bilgi ve know-how'dan oluştuğunu yazmıştım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019