Neden endişeliyim?
Bir süredir Türkiye ekonomisinin gidişatından duyduğum endişeyi yazıp duruyorum. Zaten yeteri kadar yüksek olan endişem son bir yıl içinde iyice arttı. Endişe çok boyutlu aslında: Düşük tasarruf düzeyimiz nedeniyle uluslararası finansal yatırımcıların risk alma iştahlarına çok duyarlı olmamızdan tutun da, döviz cinsi borçlarımızın fazlalığına ya da dişe dokunur bir dönüşüm programı uygulama becerimizin eksikliğine kadar. Bunları bir tarafa bırakıp bugün sadece yatırım ortamı açısından bu endişeyi aktarayım.
2013’ten bu yana özel sektör her yıl bir öncesine kıyasla daha az yatırım yapıyor. Aynı biçimde net doğrudan yabancı yatırımlar birkaç yıldır sürekli düşüyor. Üstelik net doğrudan yabancı yatırımları oluşturan iki ana kalem için de geçerli bu olumsuzluk: Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırım azalırken Türkiye’den yurtdışına yapılan artıyor. Bunları daha önce defalarca yazdım. Bu eğilimleri, ne yazık ki daha da şiddetlendirecek gelişmeler yaşanıyor son günlerde.
Birincisi, demokrasimizi ‘gerçek’ demokrasi yapacak, hukuk sistemine çeki düzen verecek, laik-dindar ve Türk-Kürt fay hatlarının kırılganlıklarını azaltacak tarihi bir koalisyon fırsatı malum nedenlerle kaçtı. Kasım seçiminde de Haziran seçimine benzer bir tablo ortaya çıkarsa, böyle bir koalisyon kurulabilir mi, kurulsa da az önce belirttiklerim gerçekleştirilebilir mi, artık çok şüpheli. Böyle bir ülkeye yatırım yapma hevesi artar mı azalır mı?
İkincisi, varsayalım ki, yeni seçimden tek başına AKP iktidarı çıktı. Bu daha yatırım yapılabilir bir ortam mı sağlayacak? Geçiniz… Geçiniz; çünkü az önce verdiğim yatırım istatistikleri, zaten hem tek başına hem de sandalye sayısı açısından kuvvetli bir AKP iktidarında ortaya çıktı.
Üçüncüsü, çözüm süreci rafa kaldırıldı. Peşi sıra ölüm haberleri gelmeye başladı. Önemli sorular: Ölümleri uzunca bir süre durdurabilen bir ülkede ne oldu da tekrar çatışmalar başladı? Bunun (ülke çıkarları açısından) akılcı bir nedeni var mı? Yoksa bir akıl tutulması mı yaşanıyor? Akıl tutulması yaşanıyor ise, böyle bir ülke yatırım yapılabilir bir ülke midir? Öte yandan, çatışmaların şiddetlendiği bir ortam ne kadar yatırım yapılabilir bir ortamdır?
Dördüncüsü, basın kuruluşlarına baskının artacağına dair haberler yeniden ortalığı kaplamaya başladı. Baskıcı rejimlere sahip ülkelere de elbette yatırım yapılır da, bu tip yatırımlar sanayimizin yapısını kalıcı olarak olumlu yönde değiştirip, zengin ülkelerle aramızdaki gelir uçurumunu kapatmaya yardımcı olacak yüksek teknolojili ürün üretmemize ve ihraç etmemize ne kadar zemin hazırlar?
Beşincisi, yürüttüğü dış politika sonucunda, önemli ihracat pazarlarına ulaşım olanaklarını neredeyse yok düzeyine getiren bir ülkede ekonomik akılcılık ne derece geçerlidir? Böyle bir sorunun sorulabildiği bir ülke yatırım yapılabilir bir ülke midir?
Altıncısı, AB süreci gibi uzun dönemli kalkınma açısından önemli bir çapasını yitirmiş, kısa dönemli ekonomik istikrar açısından ise çok önemli olan Merkez Bankası’nın kredibilitesini iyice törpülemiş bir ülke yatırım yapılabilir bir ülke midir?
Ne yazık ki kolaylıkla daha da artırabilirim bu soruları. Gerek yok; üç maymunu oynamayıp düşünmek isteyenler için bu kadarı yeterli. Sadece şunu hatırlatayım: Zengin ülkelerle aralarındaki büyük gelir farklılıklarını güçlü biçimde azaltan ülkelerin otak özelliklerinden biri de uzunca bir süre neredeyse kesintisiz biçimde yüksek bir yatırım düzeyi tutturmuş olmaları.