Neden büyümek istiyoruz?
Türkiye’de ekonomi insanlara zor geliyor.
“Öff.. Bir sürü rakam, hiç anlamıyorum...”
“Ekonomi falan hiç bana göre değil...”
“Param yok ki ekonomiyle ilgileneyim...”
“Kargacık burgacık rakamları nasıl anlıyorsunuz, helal vallahi!”
İşimin ekonomiyle ilgili olduğunu duyan insanlardan en fazla duyduğum tepkiler bunlar...
Bunun genellikle ilkokul aşamasında başlayan matematik sendromunun bir yansıması olduğunu düşünüyorum. Toplum olarak sevmiyoruz rakamları. Oysa ki, hayatımızda önemsediğimiz birçok şeyin kökü ekonomiden geliyor. Para harcadığımız her türlü kalem, ekonomiyi oluşturuyor. Çok kabaca, harcadığımızdan fazlası kalıyorsa, biriktirdiğimiz parayı yatırdığımız şeyler de finans oluyor. Elbette şirketler için ayrı, devletin harcamaları için ayrı. Bu yüzden gerçekten geleceği görebilen siyasetçiler, çok ekstra dönemler olmadığı sürece, kendi kaderlerinin ekonominin olumlu gidişatına bağlı olduğunu biliyorlar. Ekonominin iyi gidişinin ölçüldüğü ise birkaç kalem vardır.
Ekonomik büyüme ve enflasyon gidişatın en önemli ölçüleri
Birincisi ve en önemlisi, elbette ekonomik büyümedir. Büyüme yüksek ve kaliteliyse, ekonomi iş yaratır. Çalışan insanlar para kazanır, harcar. İnsanlar harcadıkça, onların harcadıkları kalemleri üretenler para kazanır. Para kazanan insan hizmet alır, o hizmetleri verenler de para kazanır. Sonra o hizmeti verenler de harcar. Ekonomi çarkı böyle döner ve büyür.
Üstelik insanların harcamanın dışında parası kalıyorsa, bunu biriktirir. Tasarrufların artışı, ülkenin yurtdışından para bulmasını engelleyen en önemli unsurdur. Zira bir ülkede iç tasarruflar yüksekse, yani kendi insanları para biriktiriyorsa, devletler ya da şirketler, harcamalarını finanse etmek için yurtdışına gitmek zorunda kalmazlar. Bu da ülkede yabancı para riskinin azalması demektir.
İkincisi enflasyondur. Fiyatların “umarsızca” yükseldiği bir ülkede, siyasetçinin bundan kötü etkilenmemesi mümkün değildir. O yüzden siyasetçi fiyatların mümkünse yükselmemesini, yükseliyorsa da “umarlıca” yükselmesini ister.
Cari denge, döviz açığı olan ülkelerde önemli
Bizim gibi döviz açığı olan ülkelerde ise üçüncüsü cari denge, yani ülkeye giren ve çıkan döviz arasındaki farktır. Bu farkın çok açılması, (çok sıradışı koşullar yoksa) genellikle ülkenin para biriminin değer kaybı ya da baskı görmesi ile sonuçlanır.
Parası değer kaybeden ülkede, ithal malları fiyatları yükselir. Bu enflasyon yaratır. Enflasyonu durdurmak için ise faizleri yükseltmeniz gerekir ki hem kredi yoluyla gelen talebin önü kesilsin hem de insanlar harcama yerine tasarrufa yönelsin, ekonomi soğusun.
Ekonomi 101 kıvamındaki bu girişi yaptım, çünkü ardından gelecekler tüm bu basit gerçekliklerle bağlantılı.
Sadede gelelim.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi siyasetçi ekonomik büyümeyi ister. Türkiye’de de durum bu.
Mesleğimiz gereği, ekonomi yönetimindeki isimlerle de, bürokratlarla da görüştüğümüzde aynı görüşü alıyoruz. “Türkiye’nin büyümesi lazım.”
Geçenlerde ekonomi açısından önemli konumda bulunan isimlerden biriyle sohbet imkanı bulduk.
Diyalog şöyle gelişti:
- Bize yüzde 4-5’lik büyümeler yetmez.
-Neden?
- Bakın, bizim Ak Parti olarak bizim en yüksek oyu aldığımız dönemler hep ekonomik büyümenin yüzde 7 ve üzerinde olduğu dönemler. 2010-11 dönemini örnek alabilirsiniz. Ne zaman ekonomik büyüme yükseliyor, bizim oy oranımız artıyor.
- Bu kadar büyümenin yan etkileri olmayacak mı? Mesela Türkiye bu büyümeyi yakaladığı dönemlerde enflasyon hep çift haneye çıktı.
- Enflasyon çift hanelerde çok uzun süre kalmadığı, yüzde 10’a yakın yerlerde durduğu sürece siyaseten etkili olmuyor.
- Peki, cari açık etkisi?
- Cari açık yükseldiğinde, kendini kur üzerinden ayarlıyor. Kurun yükselmesi kontrollü olduğu sürece çok sorun olmuyor. Sadece kontrolden çıktığı algısı yaşandığında siyasi etki üretiyor.
- Ama kur da yükseldiğinde enflasyon yaratıyor, enflasyon hedefini zorluyor?
- Enflasyon hedeflemesinin doğru strateji olup olmadığını da tartışmakta yarar var. Türkiye’nin önceliğinin her zaman büyüme olması gerekiyor. Sadece siyaseten değil, gelişen bir ülke olduğumuz için de böyle...
Bu mantık kendi içinde tutarlı görünebilir. Ancak ister istemez “Büyümeyi neden istiyoruz?” sorusunu gündeme getiriyor.
Siyaseten oya tahvil etmek için mi?
Yoksa gerçekten kalkınmışlık sağlamak, müreffeh bir ülke yaratabilmek için mi?
İlk bakışta ikisi de aynı kapıya çıkıyor gibi görünebilir. Oysa aslı öyle değil.
Hedef kalkınmışlık olmalı
Siyaseten oya tahvil etmek için büyümeyi hedefe koyduğunuzda, günlük önlemler, dönemsel tedbirler, sürdürülebilirliği olmayan palyatif çözümler ile idare ediyorsunuz. Kalkınmışlığı hedeflediğinizde ise çok daha uzun vadeli, kapsamlı bir plana, tek bir alana değil, birçok alana yayılmış bir seferberliğe ihtiyacınız oluyor. Eğitiminizi buna uyarlamak, yatırımcıyı hukukun üstünlüğüne inandırmak, kalifiye iş gücünü ülkenizde tutmak ve dahi yurt dışındaki parlak beyinleri burada yaşamaya ikna etmek, inovasyonu, teknoloji kullanımını, teknolojik mal üretimini yükseltmek, kilo başına ihracatta fersahlarca mesafe katetmek, insanların teşvikle değil, yarını görebildikleri için harcadıkları bir ekonomik güven ortamını üretebilmek gibi.
Bunu yapmadığımız sürece şu yakınmaları duymaya devam edeceğiz:
- Ülke yüzde 5 büyümüş ama ben görmüyorum.
- Benim maaşımda artış olmadı ki?
- Ülke büyümüş ama çevremde yeni iş kuran kimseyi görmüyorum.
- Büyüdük de bunca işsiz ne?
İkinci çeyrekteki yüzde 5.1’lik büyümeyi bu gözle değerlendirmenizi tavsiye ederim. Rakam çok güzel. Ekonomi gıdıkladığınız anda reaksiyon veriyor, büyüyor.
Harcamalar devlet harcaması geri çekilmesine rağmen canlanıyor. Ama analizi burada bırakmamak lazım. Çünkü altında yatanlar da önemli. Manşete bakıyorsunuz, yatırımlar yükselmiş görünüyor, seviniyorsunuz. Ama altındaki rakamlarda, kalıcı istihdamı sağlayacak makine/teçhizat yatırımlarının 4 çeyrektir düştüğünü, yatırım artışının tamamının inşaattan geldiğini görüyorsunuz.
Türkiye’de herkes doğrunun ne olduğunu biliyor, sloganı atıyor:
“Daha çok üretmemiz lazım!”
Herkes doğruyu biliyor da, birinin de artık o doğruyu söylemenin ötesine geçip yapması gerekiyor. Çünkü herkes birbirinden bekliyor.