Ne yiyip içtiğimizi bilmiyoruz!
Hep duyduğumuz bir haberdir; Türkiye’nin tarım ürünleri kapılardaki kontrollerden döner. İlaç kalıntısı, standarda uymayan ürün gibi, pek çok nedenden dolayı, ihracatımız sekteye uğrar. Aslında standarda uymayan ürünlerin bir de iç piyasada tüketilmesi gerçeği var. Yani neresinden baksanız pek tutar tarafı yok. İzmir ve Manisa’daki laboratuvarlarda analiz, denetim ve danışmanlık hizmeti veren İnvenura’nın CEO’su Burak Karapınar ile bunları konuştuk.
Benim anladığım, Türkiye’de ne üretirken, ne satarken tarım ve işlenmiş gıda ürünlerimiz yeterince denetlenmiyor, analiz edilmiyor. Bırakın genel temel sağlık ya da ürün standartlarını artık dünya, her tür analizi ürün etiketlerine koyarak, herkesin bilgilenmesini sağlıyor. Biz de ise bu kurallar da yeterince yerleşik değil. İnvenura CEO’su Burak Karapınar aslında bir yatırım fonu yönetirken, bu alandaki boşluğu görerek, Türkiye’de yatırıma yöneliyor. O kadar çok şey var ki konuştuğumuz… Bugünlerde hep tarımdan gittik ama çok önemli konular. Tam Rusya gibi pazarlarda ihracatımızın tıkandığı, Avrupa gibi pazarların önem kazandığı dönemlerde buradaki ana konuları çıkarmakta fayda var. Biraz özet yapmaya çalışacağım.
Son tüketici bilinçlenmeli
İnvenura CEO’su Burak Karapınar, “Çiftçiler ve son tüketicinin bilinçlenmesi ile Türkiye daha kaliteli tarım ürünleri ile beslenebilir, çiftçi daha çok kazanabilir ve son ürün kaybı önlenerek ekonomiye önemli katkı sağlanabilir, kaliteli üretim ile Türkiye’nin bugünkü tarım ihracatı katlanarak artabilir” diyor. Anlaşılan kendiliğinden bir bilinçlenme olmuyor. Ya tüketici ya kuralların baskısı bu işlerde maalesef önemli oluyor. Burak Karapınar, sadece gıda analizinde dünyada bu işin 18 milyar dolarlık bir pazar olduğunu söylüyor. Gerçekten iş olarak da büyük… Türkiye’de yeterli laboratuvar olup olmadığını sorduğumda şöyle diyor: “Türkiye’de laboratuvarlar var ama kapsam ve altyapı olarak çok dar. Global standartlarda yapmıyorlar bunu. Bu işin mevzuatına baktığınız zaman çok karmaşık ve farklı mevzuatları var. Her ülkenin, her pazarın kendine göre mevzuatı var. Yani Amerika farklı şekilde bakıyor gıda güvenliğine, Avrupa farklı şekilde bakıyor. Dolayısıyla bunlara, adapte olabilmeniz lazım. Yani buradan ihracatçı veya oradan mal alan bir ithalatçı bu mevzuatlara hakim olması gerekiyor.”
Konunun hangi alanları var?
Biraz daha açarsak, Burak Karapınar konunun hangi alanları olduğunu şöyle anlatıyor: “Birkaç alan var. Bir kalite kontrolü olabilir. İki gıda kodeksine uygunluğu olabilir veya şirketin kendi kalite standartlarına uygunluk olabilir. Üç, taklit-tağşiş veya gıda hileleri ile alakalı konularda kontrol yapmak olabilir. Bu da tabii ki kalite-kontrol altında sayılabilir ama biraz daha farklı çünkü kalite kontrolde standartlar belli ona bakıyorsunuz.”
En büyük müşteri devlet mi diye sordum: “Tabii ithalat-ihracat numunelerini de bize yönlendiriyorlar. Orada belli bir sistem var. Laboratuvarlara dağıtılma şekli belli. Şu an itibariyle toplamda 80’den fazla gıda kontrol laboratuvar var Türkiye’de. Geçen yıl 450 bine yakın numunede analizi yapılmış. Biz bunun yüzde 10’undan fazlasını yaptık tek başımıza. 5 tane büyük yabancı var bu pazarda. Global olarak dünyada ağırlıklı olarak buna ürün güvenliği sektörü deniyor. Testing-inspection-certification yani analiz, gözetim-denetim ve sertifikasyon sektörü. Pazarın büyüklüğü 38 milyar dolar civarında. Bunun içerisinde gıda en büyük payı alıyor.”
Türkiye’de denetim çok zayıf
Gelelim Türkiye’deki duruma… İnvenura’nın aslında bulunduğu pazar, daha çok gıda tarafı. Burak Karapınar, bu konuda şöyle diyor: “Şimdi konularımızı genişletiyoruz. Bu yıldan itibaren hijyen ürünlerinin analizine ve kontrolüne, denetimine giriyoruz. Kozmetik yetkisini aldık, bakanlığa başvurumuzu yaptık, akreditasyonumuz var. Bakanlık onayını aldıktan sonra çalışmaya başlayabileceğiz. Kozmetikte başlayacağız bu yıl. Tekstilde de başlayacağız. Peki Türkiye’de genel pazarın durumu nasıl? Tüm sektörlere baktığımızda. Burak Karapınar şöyle diyor: “Türkiye’de çok sağlıklı bir veri yok. Söylemek zor. Ancak bunu şirketlerin cirosu üzerinden gidersek herhalde bir milyar dolara yaklaşıyordur. Bunun üçte biri gıdadır. Kişi başı numune analiz, yani kişi başı analiz harcama oranı olarak baktığımızda dünyada 100 kişi için 10 dolarlık bir harcama anlamına geliyor. Avrupa’da bu oran 7 küsur dolarlarda. Bizim de oralara gelmemiz gerekiyor. Biz yaklaşık 1.8-2 dolar civarındayız kişi başına düşen analiz harcamasında.” “Yani hiç denetlemiyoruz” deyince Karapınar şöyle açıklıyor: “Zorunlulukları denetliyoruz sadece. İthalat, ihracattaki zorunluklar... Veya insan sağlığını artık öldürücü seviyede veya çok ciddi toksik seviyede zararlı olduğunu bildiğimiz şeyleri denetliyoruz. Zorunlu olmayanları, markanın kendi marka değeri ve iç denetim mekanizması ile tüketici motive ediyor. Tüketici bu konuda bilinçli ve talepte bulunuyorsa; diyor ki ben artık GDO’lu ürün yemek istemiyorum, ne yapacaksın? O zaman ürünün üzerine GDO tahlilini yapıp söyleyeceksin bana.”
Denetleme sistemi nasıl işliyor?
Burak Karapınar üretimle ilgili kendilerinin sertifika vermediklerini anlatırken sistemin işleyişi ile ilgili de şu bilgileri veriyor: “Biz sertifika vermiyoruz. Biz vermiyoruz çünkü bu bir çıkar çatışması yaratıyor. Sertifikasını verdiğiniz bir işte analiz ve denetimi de yapmanız doğru bir yaklaşım değil. Yine bunlar zorunlu olanlar aslında. Dünyanın herhangi bir yerinde o konuyla ilgili bir kriz patlak verdiği zaman yayılıyor. Bize de zaman zaman geliyor. Avrupa Birliği’nin RASFF denen acil uyarı sistemleri var. İşte yakın zamanda oldu. Bazı Türk üzümleri veya kuru incir, kuru üzüm dönmüş AB’den. Aflatoksin veya başka toksin maddeler, pestisitler, zirai ilaçlar çıkabiliyor bu denetimlerde. Onu yakaladıkları zaman da daha sonra firma kendini denetlemeye başlıyor. Marketlerde bazen bir kriz çıkıyor. O zaman o bütün ürünler kontrol ediliyor ve analizleri yapılıyor, güvenli olup olmadıkları yönünde. Sonra tekrardan ya raftan toplatılıyor ya da satılmaya devam ediliyor.”
Kontrolsüz tarım yapıyoruz
Burak Karapınar’a şu kritik soruyu soruyorum: “Yani şu anda kontrolsüz bir tarım yapıyoruz, değil mi?” Yanıtı şöyle oluyor: “Evet… Belli ürünlerde çok az oranlarda kontrollü üretim var ama çoğunluğunda yok. Yani zaten bazı seralar, Avrupa’ya domates, biber satmak için kurulmuş. Kuruluş aşamasında öyle dizayn edilmiş veya ben işte mozarella peyniri üreteceğim, kullandığım sütün kalitesi protein-yağ oranı şöyle olacak, antibiyotiksiz olacak gibi, böyle bir hayvandan alınmış süt üreteceğim diyerek dizayn edilmiş bilimsel bir süreç var. Böyle olduğunda çok fazla risk yok.”
40 milyon dolar yatırım
İnvenura CEO’su Burak Karapınar, Türkiye’nin gıda güvenliğinde uzmanlaşmış laboratuvarları ile katma değer sağlamayı amaçladıklarını belirterek, “Gıdaların üretim süreçlerindeki hatalı uygulamalar sonucunda oluşan son ürün kaybını ortadan kaldırarak ekonomimize katkı sunuyoruz” diyor. Karapınar, yatırım planları ile ilgili de şu bilgileri veriyor: “Mevcut laboratuvarlarımız ile özellikle gıda analizinde pazar payımız yüzde 10… 40 milyon dolarlık yatırım ile 3 yıl içerisinde hizmet verdiğimiz toplam il ve laboratuvar sayısını 7’ye ulaştıracağız. Çiftçilerin ve son tüketicinin bilinçlenmesi ile Türkiye’nin daha kaliteli tarım ürünleri ile besleneceğini, çiftçinin daha çok kazanacağını ve son ürün kaybının önlenerek ekonomiye önemli katkı sağlanacağını söylemek istiyorum. Kaliteli üretim ile Türkiye’nin bugünkü tarım ihracatı katlanarak artacaktır.”
Denetim nasıl olmalı?
İnvenura CEO’su Burak Karapınar özellikle şehre girişlerde, tarım ürünlerinin denetlenmesi gerektiğini söylüyor. Peki denetim topraktan da başlamalı mı? Karapınar şöyle diyor: “Topraktan başlaması gerekiyor mutlaka. Kullanılan gübrenin, tohumun seçimi, sulamanın yapılması, ilaçlama uygulamasının yapılmasından başlayıp daha sonra ürünlerin toplanma aşamasına kadar dikkat edilmesi gereken konular, saklama ve işleme aşamasında yapılması gerekenler; mesela saklama ve işlemede yapılan yanlışlar yüzünden ağırlıklı olarak toksin maddeler ürüyor. Özellikle kuru meyve ve sebzelerin üzerinde veya paketli ürünlerin üzerinde. Aflatoksin gibi birçok toksik maddeler o dönemlerde ürüyor. Yani saklandığı depoların nem oranları, daha öncesinde başka bir ürünün saklanıp oradan oraya bulaşma olup olmadığının kontrolü, temizliğinin yapılması, bununla ilgili gerekiyorsa orada oluşabilecek zirai böceklere, mantarlara karşı temizleme ve havalandırmanın yapılması gerekiyor. Bunlar aslında zor şeyler değil. Uygulamaya açık olmanız lazım.”