Ne yapılacak, nasıl yapılacak da bu darboğazdan çıkılacak?
Otuz yılı aşkın süredir ekonomi alanında çalışan bir dostum ortaya attı bu soruyu... Önümüzdeki süreçte bizi çok zor günlerin beklediğini vurgulayarak “Ne yapılacak, nasıl yapılacak da bu darboğazdan çıkmak mümkün olacak, gerçekten merak ediyorum” dedi, bir sohbet sırasında.
İşlerin böyle uzun süre daha götürülemeyeceğini gelişmeleri tarafsız gözle değerlendiren herkes gibi o da görüyordu ve kaygısı da bundan kaynaklanıyordu zaten. Bir şeyler yapmak gerekiyordu gerekmesine de bunun ne olabileceğini merak ediyordu. Çünkü sorunların giderek kronik hale gelmesini önleyecek, daha sonra bu sorunları hafifletecek önlemleri alma alanımız bayağı daralmış görünüyordu.
Sahi önümüzdeki süreçte ne yapılacaktı, ne yapılmalıydı? Yanıtı hiç kolay olmayan bir soru bu...
Bu satırları yazarken yeni kabinenin henüz açıklanmadığını belirtelim. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar bilinse daha kolay bir yorum yapmak mümkün olur muydu, pek sanmıyoruz. Çünkü açıklanacak isimlerin uygulanacak politikalarda öyle çok da belirleyici olacağı düşünülmüyor.
İktidar partisinin bir ekonomi politikası var ve hangi isimler gelirse gelsin bu politika uygulanmaya devam edilecek. Bir süre önce de yazdığımız gibi hükümetin ekonomi politikasında köklü değişiklikler olabileceği düşüncesini taşıyanlar yanılacak. Bunca yıldır uygulanan ve vatandaşın da verdiği oyla uygun bulduğunu belirttiği bu ekonomi politikası niye değiştirilsin ki?
Sıkıntılarımız giderek büyüyor. Mevcut ekonomi politikası bir dizi sorun biriktirdi ve bu sorunlar daha da artacak ve katlanacak gibi görünüyor. Bir de yurtdışından gelen sorunlar var. Ticaret savaşlarından biz de etkileneceğiz.
Büyüme hızı üçüncü çeyrekle birlikte yavaşlayacak, işsizlik artacak, zor duruma düşen şirketlerin sayısında artış görülecek.
“İş yok, iş olsa da para yok!”
Geçenlerde bir KOBİ sahibiyle sohbet ederken klasik soruyu yöneltiyoruz; “İşler nasıl” diye. “Çok iyi değil” diyor ve ekliyor: “Ama daha kötüsü para akışı neredeyse hiç yok, iş yapsak da paramızı alamıyoruz. Para akışı sorunlu diye işi kabul etmesek, bu sefer de pazar kaybediyoruz.”
Bir emlak komisyoncusuna kulak veriyoruz; onun derdi de ev satıp komisyon alamamaktan dolayı sıkıntı yaşamak.
Komisyoncunun derdi, evi yapıp satamayan müteahhidin yaşadıklarının yanında hiç kalır. Sayısını tam olarak kimse bilmiyor ama milyonun altında olduğu da pek sanılmıyor konut stokunun. Sahi nasıl olacak da satılabilecek, nakde döndürülebilecek bu konutlar.
Faiz indirimi mi, ama nereye kadar? Bankaların para maliyeti belli, bunun öyle çok çok altında faizle kredi kullandırmak mümkün değil ki...
Faizde yeni alt sınır yüzde 20 mi?
Bu köşede dün yazdık, mevduat faizi bazı vadelerde yüzde 20’nin üstüne çıktı. Kredi faizleri zaten bir süredir bu düzeyin üstünde seyrediyor.
“Bu kredi faiziyle iş yapmak mümkün” değil görüşüne söylenecek pek bir şey yok da, enflasyon yüzde 20’ye doğru giderken ne yapacağız da faizi düşürebileceğiz ki?
Yine “Önce faizi aşağı çekeceğiz, böylece enflasyon gerileyecek” deniliyorsa bize de bunun ne zaman gerçekleşeceğini beklemek düşer.
Ama faizi düşürmek bir yana, önümüzdeki aylarda faizin daha da tırmandığına tanık olacağız gibi. Enflasyon yıl sonunda yüzde 20’yi bulur, hatta aşarsa, mevduat ve kredi faizleri de yüzde 25’lerin üstüne çıkacak demektir.
Merkez’in zor günü
Merkez Bankası biri mayısın son haftasında, diğeri haziranın ilk haftasında olmak üzere faizi iki seferde toplam 4.25 puan artırdığı halde yabancı yatırımcıyı çekemiyoruz. Dişlileri yağlayacak kadar bile döviz gelmiyor; üstelik altı aylık dönemde hisse senedi ve devlet iç borçlanma senedinde net çıkış var.
Merkez Bankası’nın 24 Temmuz’daki toplantısında faizi yeniden artırması bekleniyor. Bekleniyor ama yeni sisteme geçilmesinden sonraki bu ilk toplantıda Merkez Bankası ekonominin gerektirdiği bu adımı atabilecek mi, yoksa Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelecek işarete göre mi hareket edecek, kimse kestiremiyor.
Merkez Bankası bu yılın ilk aylarında gereken adımı atamadığı için gecikmiş 4.25 puanlık artırım pek işe yaramadı. Şimdi yine bir adım atma durumuyla karşı karşıyayız. Merkez 24 Temmuz’u (o güne kadar koşullar değişip faiz artırma gerekliliği ortadan kalkmadığı takdirde) faize dokunmadan geçerse, gelecekte yine çok daha yüksek oranda artışlara mecbur kalabiliriz.
Ve kuşku yok ki ekonomik gereklilik varken faiz sabit bırakılırsa kurun yeniden tırmandığını görebiliriz.
Döviz artışı soğuk terler döktürüyor
Döviz kurundaki artışın etkilerini minimize edebilmek için kamu olarak akaryakıtta ÖTV feragati gibi adımlar atıyoruz. Ama nereye kadar ve sanki bu feragatin maliyeti yok mu? Bütçe açığımız bu nedenle büyümüyor mu? Açık büyüdükçe daha yüksek faizle borçlanmamız gerekmiyor mu?
Kamu bu şekilde karar alabiliyor. Ama ya özel sektör? İthal enfl asyon gerçeği yalnızca akaryakıtla sınırlı olsa sorun yok tabii de, gerçek öyle değil.
Ya yurtdışına olan borçlar, özellikle de reel sektörün borçları... Zaten ekonomide en büyük sorunlarımızdan biri de bu değil mi...
Kamu-özel işbirliği projelerinin yükü
İçinde bulunduğumuz günlerde pek hissetmiyoruz ama kamu özel işbirliği projeleriyle çok büyük yük altına girdik. Kullanmadığımız köprü için de para ödüyoruz; gitmediğimiz, tedavi olmadığımız hastane için de... Dövize endeksli bu ödemelerin yükü gelecekte daha da artacak. Ama biz ülke olarak hala bu projelerin başka türlü gerçekleştirilebileceği konusunda anlaşamıyoruz ki... Bu görüş birliği oluşmadığı için de aynı şekilde yapılması söz konusu olan yeni yeni projeler gündeme geliyor...