Ne olacak bu eğitimin hali?
Fırtına genel müdür
Eski bir hikayedir. Vakti zamanında bir devlet dairesine yeni bir genel müdür atanmış. Adam fırtına gibi esip savuruyormuş. Dediği dedik, astığı astıkmış. Bir gün yanında yardımcısı ile binayı gezerken belgelerin saklandığı arşive uğramış. Arşiv, tıka basa doluymuş. Hemen emri vermiş. “Burasını açın. Bu evrakları yakın; bunlardan kurtulun”. Her emre evet demeye hazır yardımcı “Derhal efendim” deyip evrakları yakılmak üzere kazan dairesine taşıtmış. Taşıtma tamamlanınca da Genel Müdürü yakma törenine çağırmış. Allahtan dairede belgelerin önemini bilen bir bilge kişi de varmış. Törene o da gelmiş. Genel Müdüre laf anlatmanın imkansızlığını bilen bilge kişi, konuya daha değişik bir açıdan yanaşmış.Genel Müdür’e: “Efendim yine çok isabetli bir karar verdiniz. Evrakları yakalım. Ama dilerseniz bir fotokopilerini alıp öyle yakalım” demiş. Bu fikir, Fırtına Genel Müdür’ün o anlık aklına yatmış. Her emre hazır yardımcıya “Evet, önce birer fotokopilerini alıp öyle yakın” demiş.
Dershaneler kapansın kapanmasın tartışmasında bu hikayeyi hatırladım.
Asıl sorun nedir?
“Ülkemizin en önemli sorunu nedir ?” sorusuna hiç düşünmeden vereceğim cevap “Eğitim” olurdu. Uzun yıllardır eğitimin içinde birisi olarak bu sorunun gittikçe kangrene dönüştüğünü görüyorum. Uzun yıllardır diyorum, çünkü öğrenme yolculuğum 1957 yılında ilkokulla başladı ve hala devam ediyor. Ve 1972 yılından beri de sıraların öbür tarafında, eğitimci olarak rol alıyorum. Bu yolculuğun onbir yılı da Amerika Birleşik Devletlerinde geçti. Bu eğitim yolculuğu içinde ülkemizdeki eğitim kalitesindeki düşüşe tanık oluyorum.
Aşağıdakilerin hangisi nesli
Üniversite sıralarına gelen gençlerimize bakıyorum. Sadece sınava hazırlanmaya dönüşmüş bir sistemden geliyorlar. Buna eğitim demek içimden gelmiyor. Eğitim adı altında, öğrenme hevesi kırılmış, sadece sınava odaklanmış kuşaklar büyütüyoruz. Büyütüyoruz diyorum, yetiştiriyoruz diyemiyorum. Üniversitede genç, derste anlatılanlara “Sınavda gelecek mi?” gözüyle bakıyor. Dersin dışında bir şeyler merak edip okumuyor. Dersi de can kulağıyla dinlemiyor; “eli işte, gözü oynaşta”; oynaşı, cep telefonu. Ders kitabına da sınav öncesi bakıyor. Böyle olunca da sınavda her şeyi karıştırıyor. Sınav olarak da sadece “Aşağıdakilerden hangisi” biçimine alışmış. Onun dışındaki sorgulamayı beceremiyor. Bir konuyu kendi bakış açısı ile inceleyemiyor, irdeleyemiyor. Bilgiye dayalı yorum yapamıyor. Yorumu, bilgiye dayanmayan, “olsa, olsa” yöntemiyle oluşturulmuş boş sözler olarak alıyor. Anne babasının “Bizim çocuk zehir gibi akıllı, ama çalışmıyor” söylemine uygun davranıyor. Gençlerin hepsi yukarda söylediğim gibi değil. Her şeye rağmen kendisini yetiştirmeye çalışan, çaba harcayanlar da var; ama azınlıktalar.
Nereden başlamalı?
OECD ülkelerinde 3 yılda bir yapılmakta olan PISA araştırması vardır. On beş yaşındaki gençler, fen, matematik ve okuma konularında sınava tutulurlar. Bu araştırmanın ilk ikisinde birinciliği almış Finlandiya’nın bir eğitim bakanının mülakatını izlemiştim. O bakan anlatıyordu: “1974 yılındaki petrol krizinde oturup düşündük. “Bizim zengin kaynaklarımız yok.Tek önemli kaynağımız, insan kaynağı, onu zenginleştirmeliyiz ” fikri benimsendi. Eğitim sistemini bir bütün olarak ele alıp, modelimizi saptadık ve olaya ana okulundan başladık” Olaya bütünsel bakmak, modeli saptamak ve işe ana okulundan başlamak gerek. Ama her bakan değiştiğinde değişen, yarı pişmiş düşünce kırıntıları ile yaz boz tahtasına dönen eğitim sistemi ile değil.
Düşünce yapısını değiştirmek
Eğitim sistemine girmeden önce bu ülkedeki düşünce yapısını yeniden düzenlemeliyiz Önce şu diploma takıntısını kafalardan silmeliyiz. Artık bu dünyada içi dolmamış diplomanın sadece bir kağıt parçası olduğunu herkes anlamalıdır. Kişi kendini geliştirmezse, öğrenmezse bir yerlere gelemeyeceğinin bilincinde olmalıdır. Öğrenmenin de ciddi bir emek istediğini kavramalıdır. Dünya denen bu küresel köyde rekabet ettiğimiz kişinin yanımızdaki aptal değil de, dünyanın en akıllıları olduğunun farkına varmalıyız. Biz eğitimde hâlâ binaya ve teknolojiye takılmış durumdayız. Henüz “insan” faktörünü keşfedemedik. En önemli faktörün öğretmen olduğunu henüz anlayamadık. Eğer eğitimi geliştirmek istiyorsak önce her seviyedeki öğretmenimizi iyi yetiştirmeli ve düzeyini geliştirmeliyiz. Bilgiye, bilgi sahiplerine önem vermezsek, sadece “vasatistan” oluruz.
Sonuç
Eğitim, uzun soluklu bir maratondur. Sonuçlarını uzun dönemde görürüz. Bu nedenler, teşhisi doğru koymak ve çağdaş bir vizyonla model kurup, onu uygulamak gerek. Yoksa “kapatırız/kapattırmayız” döngüleri içinde dolaşır dururuz.