Ne olacak bu Avrupa'nın hali?
Bugünlerde gerek Avrupa Birliği vizyonu, gerekse de Avrupa ülkelerinin iktisadi geleceği ciddi şekilde sorgulanmakta. Ancak, bu durumdan yaşlı Avrupa'nın bir gerileme ve çöküş dönemi içine girdiği şeklinde bir çıkarımda bulunmak da son derece yanlış olur.
AB başından beri son derece iddialı ve de ihtiraslı bir projeydi. Farklı dillere ve kültürlere sahip bu kadar sayıda ülkenin kendi rızalarıyla ortak bir siyasi yapı içerisine girmeleri Dünya tarihinde bugüne kadar rastlanan bir olgu değil. Böyle muazzam bir projenin medeniyet tarihinin uzun geçmişini dikkate aldığımızda 18 sene gibi çok kısa bir zaman diliminde hiç pürüssüz bir şekilde gerçekleşmesini beklemek ise insafsızlık olur. Ayrıca, tarihsel gelişmelerin zorlamasıyla çok kısa sürede abzorbe edemeyeceği kadar çok üyeyi bünyesine almak zorunda kalmasının da Birliğin entegrasyon sürecini zora soktuğunu unutmayalım. Ancak tarihinde çok daha büyük sorunlarla cebelleşmiş olan Avrupa'nın bugün yaşadığı sorunlardan gerekli dersleri çıkararak akılcı çözümler üretebileceğini göz ardı etmememiz gerekiyor. (En büyük sorun tek tek ele alındığında belki de Dünya'da en gelişmiş demokratik geleneğe sahip ülkelerden oluşan birliğin kendi çatısının yeteri kadar demokratik olmaması ve bugüne kadar çok önemli kararların ülke halklarının katılımından çok yukarıdan dayatmacı bir şekilde Avrupalı "elit" siyasiler tarafından alınmış olması.)
Bu biraz da soyut saptamalardan uzaklaşarak, Avrupa'nın bugün yaşamakta olduğu daha "somut" iktisadi problemlere odaklandığımızda özellikle liberal piyasa yanlısı Anglo-Sakson yorumcu ve akademisyenlerin Avrupa usulü kapitalizmin "sürdürülebilir" olmadığı şeklindeki eleştirileriyle karşılaşmaktayız. Bilindiği gibi Dünya'da kapitalist sistemin değişik formları hüküm sürmekte. Basitçe kategorize etmeye çalışırsak bunlar serbest piyasacılığı ve deregülasyonları ön plana çıkaran Anglo-Sakson sistemi, sosyal transferleri ve gelir dağılımı eşitliğini ön planda tutan daha müdaheleci Kıta Avrupası kapitalizmi, ve piyasalarını sıkı bir şekilde kontrol altında tutarak ihracat ve tasarruf fazlası yoluyla kalkınmayı hedefleyen Çin usulü kapitalizm. Son dönemde içine girdiği "yüksek borçluluk krizi" nedeniyle bu üç sistem içerisinde en az "sürdürülebilir" olanın Avrupa kapitalizmi olduğu iddia edilmekte. Açıkçası bu görüşleri büyük ölçüde "serbest piyasacı" propaganda olarak nitelemek gerekiyor. Bence, esas olarak "sürdürülemez" olan senelerdir ekonomilerinde oluşan dışsal maliyetleri (externalities) göz ardı eden, küresel ısınma gibi dev bir sorunun oluşmasının başlıca müsebbibi olan ve yarattığı gelir eşitsizliğine bir çare bulamayan Anglo-Sakson sistemi. Çin'in de hızla bu yoldan ilerlediğini görüyoruz.
Sorgulanması gereken en önemli nokta Avrupa'nın bugünkü yüksek borçluluk konumuna nasıl geldiği. Eğer bu konuma, iktisadi sisteminin kendi dinamikleri nedeniyle mecburiyetten ulaşmış ise, o zaman gerçekten de Avrupa kapitalizminin geleceği sorgulanabilir. Ancak ben bu konuma biraz yukarıda bahsettiğim tarihsel nedenlerle hızlı genişleme mecburiyetinden, biraz ABD'deki deregülasyon akımlarına kendini kaptırmasından, biraz da mali birlik başta olmak üzere entegrasyon konusunu savsaklamış olması nedeniyle geldiğini düşünüyorum. Avrupa ister istemez sancılı ve belki de uzun süreli bir düzeltme dönemi yaşayacak, ancak, nihayetinde sorunlarının üstesinden gelecektir. (Tabii, Merkel gibi kifayetsiz politikacılar miyopik yaklaşımlarıyla euro bölgesinin dağılmasına sebep olmaz ise. O zaman, 2 ay kadar önce yazdığım gibi, AB hızla bir kaybedenler kulübü statüsüne indirgenebilir.)
Avrupa ekonomisi artık büyüyen değil, olgunlaşmış "durağan" bir kapitalist sistem. (Bugünden sonra AB'nin uzun vadede ortalama büyüme hızının %2'yi geçmesi hayal.) Bunu herkesin idrak etmesi gerek. Peki, bu kötü bir şey mi? Unutmayalım ki, Japonya da 20 sene önce böyle yapısal bir değişikliği yaşamak zorunda kaldı. Peki, 20 senedir milli hasıla olarak neredeyse yerinde saymakta olan Japonya'da halkın refah seviyesinde bir gerileme veya gelişmişlik endeksi bakımından bir geriye gidiş mi var?