Ne gelirdi elimden ıslanmaktan başka...

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Yıllardır bu köşeyi izleyenler, yazarının nasıl onmaz bir teknoloji tutkunu olduğunu bilirler. Hep en yeni, en son... Bu nedenle de hayatım epeyce kolaylaşmıştır. Saatime bakıp hangi yükseklikte olduğumuzu, hava basıncının milibarını, ortamdaki sıcaklığı, hangi yöne gittiğimizi söyleyebilirim... Cep telefonumdan maillerime görebilir, yüksek kaliteli fotoğraf ya da film çekerek anında dünyanın bir ucuna gönderebilirim... GPS cihazımla hiçbir yerde kaybolmam... Bu örnekleri çoğaltabiliriz... Ama yetmiyor... Yetmedi...

Bugün gazetenizle birlikte aldığınız DÜNYA Kitap Dergisi'nin baskı günü sabahı, sevgili Nermin Sayın'a Taksim'de bir yerlerde buluşalım, dizüstü bilgisayarımda dergiye son şeklini verir, Kavacık'a gazeteye mail atarız... Biz de Taksim'den direkt Bağcılar'a matbaaya gideriz dedim. Böylelikle zamandan tasarruf edecek, elimdeki teknolojinin son ürünlerini de en verimli şekilde kullanabilecektim bir kez daha...

Taksim'de sabah kahvelerimizi içerken dergiyi baskıya hazır hâle getirdik, ama gazeteye gönderemedik, çünkü...

Çünkü önce bulunduğumuz mekândaki kablosuz ağ çalışmamaya başladı. Garsona aleti bir iki kez reset ettirerek çalıştırmayı başardık, ama bu kez derginin bulunduğu dosya gitmiyordu... Daha doğrusu gidiyor, gidiyor - ki bu on-on beş dakika kadar sürüyordu - birden iletim hızı sıfıra iniyor, bir müddet sonra da ağdan kopuyordu.

Hata bulunduğumuz mekânda mıydı, servis sağlayıcı şirkette mi?

Bunu anlamaya çalışırken birkaç kere bu kez olur diye göndermiştik dosyayı ve 40-45 dakika geçivermişti bile.

Derginin baskı saati gittikçe yaklaşıyordu...

Gmail'den, Yahoo'dan da denedik yine dakikalarca ‘gönderiliyor' yazısı çıkıyordu...

Bu arada da sıkıntı kahveleri biribirini izliyor, kahveler içildikçe de sinir katsayısı artıyordu.

Hadi buradan çıkalım, başka bir yere gidelim dediğimde bir saati bulmuştu rötarımız...

Taksim'de kablosuz bağlantısı olan mekân ararken, bu arada da yanımdaki minik hard-diske kopyalayıp bir internet kahvesinden gönderebilir miyiz diye de planlar yapıyorduk.

Bu arada dışarıda çok güzel, güneşli bir hava vardı...Galata Kulesi'nin dibindeki çatı katımın üstü açılmış, yağmura karşı yalıtım yapılıyordu...

Sonunda bir otelin lobisinde karar kıldık, yine kahveler eşliğinde kablosuz ağın şifresini öğrendik, bağlanmaya çalıştık, ama... Ama resepsiyon görevlisi yanımıza geldi, bir arıza var, bir müddet bağlantı yapamıyoruz, dedi... Teknik servis gidermeye çalışıyor, diye de ekledi.

Başka kablosuz ağ aradım, hepsi şifreliydi...

Zaman süratle geçiyordu. Acaba bir arabaya atlayıp gazeteye mi gitseydik?..

Ve birden ekranda şifresiz bir kablosuz bağlantı belirdi. Hemen ona tutundum... Dosya gitmeye başlamıştı.

Ama daha önce de gidiyor, gidiyor sonra duruyordu.

Yine iletim hızı birkaç kez sıfıra düşse de, bu kez dosya gazete ulaştı.

Tam iki saat geçmişti...

Gazeteye gitsek daha çabuk iletişim sağlayabilirdik... Bu arada, sinirlerimiz ve zamanımız da hasar görmezdi, diye düşünerek kahve paralarımız ödeyip dışarı çıktık.

Bütün bunlar kablosuz bağlantı, internet, servis sağlayıcı arasındaki birtakım sorunlardan başımıza gelmişti sanırım. Çünkü benim son teknoloji aygıtlarım gayet düzgün çalışıyorlardı.

Ama ben yılmayacaktım teknoloji uğruna mücadele etmekten!.. Türk Telekom'un yurtdışında, kablosuz bağlantı sayesinde Türkiye'de ev telefonundan konuşur gibi aynı fiyatlarla iletişim sağlayan bir olanağı olduğunun reklamları geçiyordu birkaç gündür televizyonlarda.

Bir önceki akşam sitesine girdiğimde, reklamı olmasına rağmen hiçbir bilgi bulamayınca, Türk Telekom'u arayıp konuyla ilgili ayrıntıları öğrenmek istedim. Önce bir bayiiye gidip sözleşme yapmam gerektiğini söylediler. Taksim'deki bayiiye, Allah'tan yakındı, uğradığımızda ne bu olaydan, ne sözleşmeden haberi vardı... Yine hayal kırıklığına uğramıştım...

O güneşli havaya yeniden çıktığımızda, gökyüzünü siyah bulutlar kaplamış, yağmur başlamıştı ve benim evimin çatısı o ân artık tamamen açılmıştı. Bir anda boşanıveren yağmur, direkt içeri yağacaktı, belki de yağıyordu...

Ama artık hiçbir şey umurumda değildi. Islanmanın keyfini yaşamalı, bulunduğum durumun zevkini çıkarmalıydım. Zaten hızla matbaaya yetişmemiz gerekiyordu... Ona da trafik izin vermeyecekti... Sizce vaktinde yetişebildik mi?..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar