Ne ektiysek onu biçiyoruz!..
Son haftalarda açıklanan ekonomik veriler, Türkiye ekonomisinin büyük bir hızla daraldığına işaret ediyor. Bir önceki yılın aynı dönemine göre aralık ayı ihracatı yüzde 25, sanayi üretimi yüzde 13,9, kapasite kullanımı yüzde 16,4 ve cari açık yüzde 82 oranında küçülmüş. Söz konusu veriler üretim cephesinde hızla büyüyen bir kriz yaşandığını ve bu durumun tüm ekonomik değişkenlikleri etkileyeceğini söylüyor. Bir yandan küresel düzeyde talep, ticaret hacmi ve sermaye hareketlerinin daralması, diğer yandan ülkemizin giderek büyüyen tasarruf açığı ve olumsuzlaşan rekabet gücü dikkate alınırsa bugünkü gelişmelerin sürpriz sayılamayacağı daha iyi anlaşılabilir. Asıl önemlisi IMF ile yapılacak herhangi bir anlaşma bu olumsuzlukları olumluya çevirecek ilaç olamaz.
Yıllarca bıkıp usanmadan yazıp söyledik; hem sınai üretimimizin ihracat ve gayri safi milli hasıla içindeki payı oldukça yüksek olduğu için bu alanda yaşanan sorunlara karşı duyarlı olunması, gerektiğinde politika değişikliğine gidilmesi gerekiyordu. Zira, sanayi cephesinde yaşanacak bir yaprak dökümü giderek ağırlaşacak bir krizin sebebi olabilirdi. Küresel koşulların sürdürülemezliği de daha dikkatli olunmasını gerektiren temel unsurlardan biriydi.
Eğer sanayi üretimi talep yetersizliği veya herhangi bir sebeple krize girerse, bu durum büyük bir istikrarsızlığın kaynağı olabilirdi. Büyüme negatif yönde derin dalışa geçer, işsizlik anormal düzeylere ulaşır ve istikrarsız fiyat hareketleri, sorunları iyice ağırlaştırabilirdi. Yaşanan olumsuzluk borç-alacak zincirini kırarak başta mali sektör olmak üzere tüm hizmet kollarını da krize sokabilirdi; yaşanacak talep daralması bir yandan bütçe açığını artırırken cari açığı küçültebilir, kamu borcu konusundaki olumsuzluğu dayanılmaz boyutlara çıkarabilirdi. Bunlar biliniyordu, fakat görmezden gelinmemesi gereken küresel bir dengesizlik daha vardı.
Asya-Rusya krizleri sonrasında sınai üretim cephesindeki dengeler altüst olmuş, oluşan sorunlar hızlanan bir şekilde ağırlaşmıştı; Çin'in 1999 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne alınması ise sorunların dayanılmaz boyutlara ulaşmasına katkı yapmıştı. Sanayi ürünlerinin önemli bir kısmı zorunlu ihtiyaç kapsamında olmadığı için talep dalgalanmalarının maliyeti de ağır olabilirdi. Son on yılda talebin daralmaması için para politikaları iyice gevşetilmişti, fakat arz cephesindeki dramatik artış önlenemediği için dengesizlik büyümüş, ürün fiyatları olumsuzlaşan rekabet koşullarına bağımlı olarak gerilemişti. Aynı zamanda faaliyet gelirleri erir iken, borçlar büyümüştü. Hammadde fiyatlarının düzenli olarak artması, yukarıda özetlemeye çalıştığımız eğilimlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve dengesizliklerin büyümesine katkı yapmıştı.
Bir gün talep daralmaya başladığında veya kredi imkanları daraldığında ortalık karışacaktı. Maliyeti en yüksek olanlardan başlamak üzere yaprak dökümü başlayacak ve hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktı. O zaman geldiğinde ne IMF anlaşması, ne de kredi garantisi veya borç yapılandırması gibi yaklaşımlar herhangi bir işe yaramayacaktı. Yıllarca halının altına süpürülerek ihmal edilmiş tüm sorunlar, küresel bir uzlaşı çerçevesinde eşanlı bir çözüm olmadıkça kabusa dönüşecekti.
Son aylarda üretimle ilgili verilerde gözlenen olumsuzluk kesinlikle sürpriz değil, tam aksine büyük bir ihmalin doğal sonucu yaşanıyor. Ne ektiysek onu biçiyoruz.