Ne ektiysek onu biçeceğiz!

Uğur CİVELEK
Uğur CİVELEK ARKA PLAN [email protected]

Her seçim dönemi öncesinde olduğu gibi ülkemizin gündemi yapay bir şekilde değişti. Hem siyaset sahnesinin, hem de iş dünyasının aktörleri farklı sebepler ile olduğundan farklı görünmeye çalıştı; tüm bu süreçte olumsuzlaşmakta olan dış koşulların da katkısı ile kafalar iyice karıştı. Beklentiler bozuldu, kırılganlık ve güvensizlik algısı hatırı sayılır ölçüde güçlendi. Seçmenleri yönlendirebilmek adına yapılanlar ve yapılması gerektiği halde ihmal edilenler, seçim sonrasına ilişkin belirsizliği arttırdı. 

Yaklaşık bir hafta sonra, gerçeklerin üzerindeki baskı azalacak; istenmeyen eğilim ve gelişmeleri kontrol altında tutmak kolay olmayacak! Fırsat ile tehlikeyi karıştıran ve geleceğini olumlu tesadüflere emanet edenlerin sıkıntısını gizlemesi iyice zorlaşacak. Yaşanmakta olan çok yönlü krize rağmen, her şey yolunda imiş gibisinden tercihlere abone olmanın faturaları ciddi rahatsızlıklar yaratacak! Bu durumdan bağımsız olarak Türk Lirasının değeri konusunda hayal peşinde olanlar hatırı sayılır ölçüde yıpranacak. 

Hafta içinde Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Nisan ayı Dış Ticaret verileri, ciddi bir kriz yaşamakta olduğumuzu teyit ediyor. Açığın yüzde 31,9 oranında daralarak 4,96 milyar dolar seviyesine gerilemiş ve ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 73’e yükselmiş olmasına aldanmayın! İsviçre’ye yapılan 1,2 milyar dolarlık kıymetli metal ihracatı gerçeği gizliyor. Rakamlar hem ekonominin güçlü bir şekilde durgunlaşmaya devam ettiğini ve ciddi bir kriz yaşamakta olduğumuzu gözler önüne seriyor. 

Ayrıca küresel kriz sonrasında finansal kesimdeki dengelerin de ekonomiye paralel olarak dengesizleştiğini dikkate almak gerekiyor. Kar dağıtılmıyor olmasına rağmen, bankacılık sektöründe sermaye yeterlilik oranlarının kritik seviyelere gerilemiş olmasını açıklayabilmek kolay olmuyor. Mevcut yapı nedeniyle, dış koşulların belirleyici olduğunu ihmal etmiş olmanın birikerek ağırlaşmış faturası kapıyı çalmaya hazırlanıyor. Ekonominin nasıl olup ta, durgunluğun yarattığı yıkıcı tehlikelerden uzak kalabileceği sorusuna yanıt üretilemiyor. Yapısal reform söylemleri ise kimseyi rahatlatamıyor. 
Sürdürülebilir olmayan koşullarda, göz boyayarak ve beklentileri yönlendirerek sorunların ağırlaşması pahasına günü kurtarabilirsiniz. Hesapsızca risk alarak ve iş dünyasını böyle yapmaya zorlayarak, hem finansal ve hem de fiyat istikrarı varmış gibi rol yapabilirsiniz. Fakat kırılganlığın artmasını ve günü geldiğinde bu yapay oyunun son bulmasını önleyemezsiniz. Türk Lirasının değerindeki kayıplar, üçer beşer gerçekleri açığa çıkarmaya başladığında gelişmelerin kontrolden çıkmasını engelleyemezsiniz. 

2003-2011 yılları arasındaki hesapsız risk alma dönemindeki para bolluğunun hep böyle devam edeceğini varsaymak çok büyük bir hata idi. Atıl yatırım ve tüketim çılgınlığı bu dönemde sistemi ve insanlarımızı esir alarak geleceğimizi kararttı; geri dönüşü olmayan bir yozlaşmanın içinde kaybolduk. Söz konusu dönemdeki bu olumsuzluğu fırsat olarak görenlerin veya susarak nemalanmaya çalışanların, bundan sonra yaşanacak olumsuzlukların sorumlusu olduklarını bilmemiz gerekiyor. Unutmayan: sürdürülebilir olmayan anormal eğilimlere bağımlı hale gelenler, normalleşmeye katlanamaz ve yıkıcı istikrarsızlıklar ile tanışmaktan kurtulamaz! 

Merkez Bankamız zorunlu karşılıkların kapsamını genişletmiş! Bu durum faizleri yükseltmeden para politikasını sıkılaştırmaya çalışma anlamına geliyor. Türk Lirasının muhtemel değer kaybını ve enflasyon beklentilerinin daha da olumsuzlaşmasını engellemeye çalışıyorlar; durgunluğun güçlenmesine ve ekonomik daralmaya yol veriyorlar. Seçim sonrasında mevduat faizleri daha da yükselebilir, sermaye piyasası olumsuz baskılar altında bunalabilir ve uygun maliyetli krediye erişim iyice zorlaşabilir. Bu durum küreselleşmeyi içselleştirmiş siyasi partilerin seçim vaatleri ile uyuşmuyor ve onları yıpranmaya mahkum ediyor. 

Türk Lirasının değer kaybındaki tek sebep faizlerin düşüklüğü ve para politikasının gevşekliği olsa idi, işe yarayabileceği ve kırılganlığın azalmaya başlayacağı söylenebilirdi. Ne yazık ki durum böyle değil! Faizler ve para politikasındaki ayarlamalar kırılganlığın artmasını önleyemiyor, riskten kaçınma eğiliminin terse dönmesini mümkün kılamıyor. Ekonomik, sosyal, jeopolitik ve küresel sorunların belirleyici olması önlenemiyor. 

2000 yılındakine benzer bir hatayı tekrarlama basiretsizliğinden kurtulamadık. Orta vadeli bakış açısının gerektiği koşullarda kısa vadeli tercihlere yöneldik ve sorunları ağırlaştırdık. Durum böyle olunca, on yıl sonrasını görebildiğimizi sandığımız bir ortamda on gün sonrasını göremiyor olduğumuzu fark etmenin dehşeti ile dağılmaya başladık!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar