Ne çıkarsa bahtına

Osman Ata ATAÇ
Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ [email protected]

Geçen yazımda bir okur mektubuna cevapla amirimiz, memurumuz, meslektaşımız, iş yaptığımız, didiştiğimiz, rekabet ettiğimiz, müşterimiz, tedarikçimiz, vs.,  Ülkemiz insanının hakim kültürünün ne olduğunu bir kaç örnekle sormuştum. Kimsenin işte budur diyebileceğini sanmıyordum. Bundan yıllar önce 1920’li yılların sonunda Türkiye sahillerini yatla dolaşan bir İngiliz seyyahın anılarını topladığı 1930’lar baskısı kitapta adını hatırlamadığım yazarın iki tasviri aklımdan hiç çıkmaz. Biri Türkçe bilmeyenlere buralarda dolaşabilmek için mutlaka öğrenmeleri gereken iki kelimeydi. Tamam ve olmaz! Bu kelimeler bir paragrafta ‘sırasıyla her olumlu şey ve her olumsuz şeyi anlatır’ olarak kısaca özetlenmişti. İkincisi ise genellikle Türk kelimesiyle tanımladığımız Ülkem insanının kim olduğuydu. Bu ise tam bir sayfa sürüyordu  ve bir listeydi. Yazar Anadolu insanını Mikenli, Mitanlı, Hititli, Asurlu, Babilli, Elamlı, İonyalı, Lidyalı, Karyalı, Likyalı, Frigyalı, Kimeryalı, Urartulu, Mısırlı, Arap, Makedonyalı, Türkmen, Özbek, Uygur, Kırgız, Moğol, Tatar, Rum, Bedevi, Rus, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Acem, Azeri gibi bir listeye, aşiret ve kabile konularına hiç giremiyorum dine ise asla, diyerek sanıyorum sıkılıp da durana kadar devam etmişti. Türk korsanlarının İstanbul esir pazarlarına sadece bir seferde 6 bin İtalyan esir kadın sattıklarını okuyunca işler biraz daha da karışık hale geliyor.

Sanıyorum Ülkem insanının insanı şaşırtacak kadar değişken bir o kadar da karmaşık kültürü biraz bu yüzden. İnsanımız burada doğup büyüyor artık ama herkes bir yerlerden. Çoğumuz büyük-büyük dedemizin mezar taşını okumak bir yana nerede olduğunu bile bilmeyiz. 

Ancak Ülkem insanının hakim kültürünü etkileyen bir şey daha var. Bu konulara değinen ve Türkiye’yi konu eden yurt içi ve yurt dışı toplantılarda katılımcılara ‘Adı kalkınmakta olan ülke olup da hiç yabancı bir kuvvetin işgali altında kalmamış olan bir günümüz ülkesi biliyor musunuz?’ diye bir soru sorarım. O kadar zor bir soru da değil hani. Dünya haritasını bir gözünüzün önüne getirin; kervan geçmez kuş uçmaz yerler dahil buralardaki kalkınmakta olan ülke statüsündeki ülkelere bir bakın. Bakın bakalım kaç tanesi hiç yabancı işgali altında kalmamış, kaç tanesi bir nesli aşmayan bir süre yaşamış. Kendinizi çok da zorlamayın. Bir ülke bulacaksınız. Türkiye. Bu topraklar üzerinde yaşayan halk 200’ü aşkın nesildir yabancı işgali altında ömür geçirmemiş ülke insanlarının tek örneğidir. Gelgelelim bu demek değildir ki bu nesiller vur patlasın çal oynasın eğlenmişler ve hiç eziyet görmemişlerdir. Tam tersine zulmün alâsını, felaketin feriştahını, sıkıntının büyüğünü de görmüşlerdir. Bunlarla insanımızı Balkanlar’dan İran sınırına, Cezayir’den Karadeniz’e, Kafkaslardan Adana’ya, Girit’ten Bodrum’a savuran harp, darp, ayaklanma, sürgün gibi bolluğu tartışılamayan olayların neden olduğu sıkıntıları kastetmiyorum. Onlar cabası. Bahsettiğim göreceli olarak sakin geçen zamanlar. Her ne kadar ülke bir yabancı işgali görmedi ve onlardan eziyet çekmediyse de ağasından, paşasından, valisinden, kaymakamımdan, kadısından, zaptiyesinden, sarayından, konağından ve aklınıza her gelen çeşit kendi yurttaşından sıkıntının her çeşidini çekti. Sanıyorum işte bu nedenle insanımızın sadakat, itaat, bağımlılık, vefa, gurur, iyilik yapma, iyiliği kabullenme gibi konularda şaşırtıcı çeşitliliğinin bir nedeni de bu. Büyük bir uluslararası şirketimizin patronu bir sohbetimize “Yahu! Adama iyilik yapıyorsun düşman oluyor. Gururuna mı yediremiyor nedir?” demişti. Bir başkası “İyiliği, yumuşaklığı zaaf zannediyor, istismara kalkışıyor bizim millet” diyerek şikayetçi olmuştu. Bu patronlar ‘elini ver kolunu alamazsın’ der gibiydiler. Başka özelliklerimizi de vurgulayanlar vardı bir ünlü patron bir sofra muhabbetimizde “Bizim millet asker millettir, komutan önde koştuğu müddetçe ölüme bile koşarak peşinden gider” demişti. 

Hakim kültürümüzü şekillendiren bir diğer şey de utanç ve suç kültürleri arasında sıkışmış durumumuz. Feodal kökenli utanç kültürleri davranışlarını o davranışın ‘ayıp’ olup olmamasına göre ayarlarlar. Bir şeyi herkes veya sizin referans gurubunuz yapıyorsa o ayıp değildir. Suç kültürleri ki kalkınmış ülkelerin büyük çoğunluğu hakim kültürleri böyledir, davranışlarını o davranışın daha çok yasalara ve daha az derecede dine göre suç oluşturup oluşturmadığına göre ayarlarlar. Bizdeki ‘ayıp’ utanç ‘günah’ suça işaret eder. Ülkemiz insanlarında her iki kültür tipinin de özellikleri var. Bence hâlâ utanç kültürü hakim. Ama genelde toplumuz bu iki kültür arasında utanç kültüründen suç kültürüne geçiş köprüsü üzerinde gidip geliyor. Bazen hâlâ utanç kültürü temelli ‘ayıp’ davranışlarımızı ayarlıyor bazen de ‘yasak.’ Gazeteleri okuyun bakın. Bazen yasağı ayıp olmasın diye ihlal ediyoruz bazen de yasaya rağmen ayıp yapıyoruz. 

Gördüğünüz gibi yarın işe alacağınız, altında çalışacağınız ve işbirliği yapacağınız vatandaşımızın ne nereli olduğuna göre, ne kolonici deneyimine göre ne de suç veya utanç vicdanlı olup olmadığına göre seçim yapma kolaylığı pek yok. Ne çıkarsa bahtınıza. Neyse bu konular sosyal bilimci dostları ilgilendirir haddimi aşmak istemem.
Sağlıcakla kalın.     
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Teknokrat-Politikacı 30 Ekim 2019
Strateji mi? 23 Ekim 2019
Tenkisat 16 Ekim 2019
Kasvetli ilim 02 Ekim 2019
Zombiler 25 Eylül 2019
Yeni Bull 18 Eylül 2019
Bull 11 Eylül 2019
Neden olmuyor? 04 Eylül 2019
Olmayacak duaya... 28 Ağustos 2019