Ne cari açıkta, ne de kredi artış hızında yavaşlama var!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Ocak ayında ödemeler dengesi cari hesabı beklentiler dahilinde 5.9 milyar dolar açık verdi. Böylece 12 aylık kümülatif açık da 51.4 milyar dolara geldi. Açık 2010 yılı Ocak ayına göre 2.3 milyar dolar daha genişlemiş durumda. 2011'in ilerleyen aylarında azalarak da olsa bu artış trendini sürdürdüğü takdirde, sene sonu açığının 70 milyar dolar mertebesine ulaşması kuvvetle muhtemel. Öte yandan, 2011'de milli gelirimiz 1.2 trilyon TL civarında gerçekleşecek. Cari açığın milli hasılaya oranı ise %9'un üzerine tırmanmış olacak. Bu durumun "sürdürülebilir" olmadığını söylemeye gerek yok sanırım.

Cari açıktaki artışın tamamen petrol fiyatlarından kaynaklandığı iddia edilebilir. Bir ölçüde doğru olmakla birlikte, petrol ve akaryakıt ithalatını dışladığımızda da, açığın artmakta olduğu görülüyor. Örneğin, son gelen Ocak dış ticaret açığını üretim düzeyinin bugüne yakın olduğu Ocak 2008 verisiyle karşılaştırdığımızda, petrol ve akaryakıt dışı dış ticaret açığımızın 3 sene önce 1.9 milyar dolar, bu sene ise 3.6 milyar dolar olduğunu görüyoruz. Aynı dönemde mevsim ve takvim verilerinden arındırılmış üretim endeksine göre ekonomik aktivite %7.6 oranında artmış iken, petrol-dışı dış ticaret açığındaki artış %90 olmuş. Son 12 aylık petrol-dışı ticaret açığı ise 35.6 milyar dolar ve giderek artmakta.

Merkez Bankası'nın ortodoks-dışı para politikasının ödemeler dengesinin finansman kalitesinde marjinal bir iyileşme yaratsa bile, açığın artış hızını yavaşlatmak konusunda başarılı olamadığı ortada. Bu durumun ana sebebi de MB'nin politika faizlerini düşürmüş olması. Merkez Bankası'nın yeni politikası ile ilgili yazdığım bir dizi yazıdan 23 Aralık tarihli olanında aynen şöyle bir yorumda bulunmuşum: "Politika faizi ile piyasa faizi arasında paralel bir ilişki kurmak için repo faizleri düşürülürken ve zorunlu karşılıklar artırılırken piyasaya verilen likiditenin de artırılması gerekir. Likidite artırımı ise parasal tabanın artırılması anlamına gelir ki bu da ekonomik aktivitenin canlı kalması ve enflasyon riskinin artması demektir." Yaklaşık 3 ay sonra bugün geldiğimiz noktada ekonomik aktivitenin canlı kaldığı ve enflasyon riskinin de artmış olduğu çok açık.

Peki, geçtiğimiz sürede piyasa likiditesi hangi kanallardan ve ne ölçüde artırıldı? Başlıca 3 kanaldan bahsedebiliriz: MB'nin haftalık repo ihaleleri vasıtasıyla piyasaya sürdüğü para, döviz alım ihaleleri sonucunda yaratılan TL ve Hazine'nin itfa-ihale netinde piyasaya bıraktığı para. Birinci kaynaktan sene başından beri yaratılan para yaklaşık olarak 14 milyar TL civarında. Döviz alım ihalelerinden yaratılan TL ise 4 milyar TL kadar. Aynı dönemde Hazine'nin piyasaya bıraktığı para ise 8 milyar TL dolayında. Böylece toplamda piyasaya 26 milyar TL ek likidite verilmiş oldu. Kısacası, zorunlu karşılık artışları sayesinde sene başından beri yaklaşık 17.4 milyar TL çeken Merkez, bundan daha fazla bir kaynağı piyasaya bırakmak zorunda kaldı.

Bunun dışında, bankalar da aynı dönemde Merkez Bankası'nda tuttukları atıl paraları sıfırlayarak ve bir miktar da tahvil satarak ek TL kaynak yaratmış durumdalar. Nitekim, sene başından 4 Mart tarihine kadar bankaların bono portföyü 5.7 milyar TL azalma gösterdi. Aslen, son dönemde tahvil faizlerinde görülen artışın ana sebebi de bu. (Her ne kadar bazı yorumcular bu durumun artan enflasyon beklentilerini yansıttığını iddia etse de, ben aynı kanaatte değilim doğrusu. Sene başında %7 civarında olan gösterge bono faizleri iki ay içerisinde 200 baz puan artarak %9'a kadar çıktı. Halbuki, aynı dönemde 2011 yılı enflasyon beklentilerindeki artış sadece 21 baz puan oldu.)

Tabii, yaratılan bu kaynaklar sayesinde bankalar da TL kredilerini önemli ölçüde artırma imkanı buldular. Son 8 haftadaki kredi artışı 15 milyar TL'ye yakın. Artışın senelik ortalaması ise %30 civarında. Geldiğimiz noktada ise ekonomik aktiviteyi kontrol için banka kredilerinin afaki bir şekilde %25 ile limitlenmesi ve işin içine BDDK'nın da dahil edilmesi gibi piyasa-dışı ve akıl-dışı yöntemlerin devreye sokulması konuşulur oldu. Bu konuda başka bir öneri de, BDDK'nın likidite yönetmeliğinde düzenlemeye giderek bankaların 7 gün vadeli kaynaklarla kredileri fonlamalarının engellenmesi şeklinde. BDDK ismi üzerinde bir düzenleme ve denetleme otoritesidir. Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesi dışına çıkmasına neden olan ve aslen Hükümetin sorumluluğunda olması gereken "cari açık kontrolü" politikasının bir maşası olmamalıdır. BDDK'yı, dolaylı olarak da olsa, hiçbir şekilde siyasete bulaştırmamak gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019