Nasıl?
Temel birkaç soru: Türkiye ekonomisi olumsuz anlamda neden 2008 krizinden en çok etkilenen ülkelerden biri oldu? Bu etkilenmenin boyutu neden Türkiye’nin daha önce yaşadığı 1994, 1998-1999 ve 2000-2001 krizlerinde gözlenenlerden daha az olmadı? 2008-2014 (2015) ya da 2012-2014 (2015) döneminden bu yana neden düşük büyümeye yüksek dış borçlanma ve düşük özel sektör yatırımı eşlik ediyor? Türkiye’nin zengin ülkelerle arasındaki büyük gelir farklılığının temel nedenleri neler olabilir? Yüzde 10 civarında bir işsizlik oranı neden Türkiye’nin kaderi oldu? 2006’dan bu yana enflasyon neden yüzde 8’in biraz üzerinde bir o yana bir bu yana salınıp duruyor ve sonra tekrar yüzde 8’e dönüyor da kalıcı olarak düşmüyor? Gelir dağılımı neden bozuk?
Çok sayıda soru. Türkiye’nin hala ekonomik açıdan önemli başarılara imza attığını ve bu ‘muhteşem’ performansın devam ettiğini düşünen kaldıysa bu sorulara gözünü kapatabilir. Bu soruların sorulmasına yol açan olguların apaçık ortada olduğunu görenlerin ise düşünmeleri gerekiyor. Gözlerini kapatanları da silkeleyebilirler ayrıca.
Yukarıdaki sorulara yanıt arayanlar, bu soruların bir kısmı ile yıllardır haşır neşir olan ekonomi yazınında ortaya çıkan ve üzerinde büyük ölçüde uzlaşılan görüşlerden yararlanabilirler. O zaman da şu sorular ortaya çıkar:
1. Neden milli gelirimize kıyasla yatırım oranımız gelişmekte olan ülkelerdeki ortalama düzeyin çok altında?
2. Neden bu düşük yatırım oranını tutturabilmek için yurtiçi tasarruflarımız çok yetersiz kalıyor ve yurtdışından yüklü miktarda borçlanmak zorunda kalıyoruz?
3. Neden sanayi sektörümüz ağırlıklı olarak düşük ve orta teknolojili ürünler üretiyor? Yüksek teknolojili ürün neden üretemiyor ve ihraç edemiyoruz?
4. Aynı ‘ligde’ yer aldığımız ülkelere kıyasla neden eğitim düzeyimiz (hem ortalama eğitim süremiz hem de eğitimimizin kalitesi) düşük?
Diyelim ki bu sorulara da yanıtlar aramaya karar verdik. O zaman çok daha fazla soru gündeme gelecek:
1. Yurtiçi tasarruf oranımızı nasıl yükselteceğiz? Makroekonomik istikrarı nasıl sağlayacağız? Kayıt dışı ekonominin üzerine nasıl gideceğiz?
2. Yatırım yapma hevesini nasıl artıracağız? Nasıl bir hukuk sistemi? Nasıl bir teşvik sistemi? Makroekonomik istikrarı nasıl sağlayacağız?
3. Nasıl bir sanayi politikası? Nasıl bir teşvik sistemi? Nasıl bir caydırma mekanizması (mesela arsa/inşaat rantını nasıl vergilendireceğiz)?
4. Mevcut çalışanların niteliklerini nasıl yükselteceğiz?
5. Bundan sonra işgücüne katılacakların kalitesini büyük ölçüde belirleyecek olan öğretmenlerimizi ve öğretim üyelerimizi nasıl daha nitelikli kılacağız?
Elbette başka sorular da sorulabilir. Ama bu soruların yanıtlarına odaklanan bir ekonomik program da yeterli; hatta her alana elini atmaya çalışan bir programa kıyasla daha yapılabilir olmalı. Soruların şu faydası var: Mesela “daha iyi eğitim vereceğiz” ya da “arsa spekülasyonunu önleyeceğiz” ya da “sanayicimizin sonuna kadar arkasındayız” veya “kayıt dışını mutlaka önleyeceğiz” demekle işin içinden kurtulmak mümkün olmayacak. Hep ‘nasıl?’ sorusu havada asılı kalacak. Somut yanıtlar peşinde koşulacak. Farklı bir ifadeyle, aylardır bizlere açıklanan ‘dönüşüm’ programlarından ‘yapacağız’, ‘edeceğiz’ gibi iyi niyet ifadelerinden çok farklı bir iş yapmış olacağız.