Nasıl oluyor da oluyor? Finansal krizler -2
Araya başka yazılar girdi. Bu ayın ilk yazısında kaldığım yerden 'Nasıl oluyor da oluyor?' dizisine devam ediyorum: 'Finansal kriz' bölümünün ikincisinde sıra bugün. Krizlerin nasıl ve neden çıktıklarını açıklamayı amaçlayan ilk çalışmalar, mevcut döviz kuru rejimi ile uyuşmayan bir para politikası uygulandığında ortaya çıkabilecek krizler üzerine. Sabit ya da artış hızı sabit döviz kuru rejimleri inceleniyor. Para politikasının bu rejimlerle uyumsuz olmasının ana nedeni gevşek maliye politikası. Bütçe yüksek düzeylerde açık veriyor ve bu açığın finansmanı para basılarak gerçekleştiriliyor.
Bu gidişatın hayra alamet olmadığını gören ekonomik birimler döviz taleplerini artırıyorlar. Merkez bankası döviz kurunu ilan edilen düzeyde tutabilmek için bu talebi karşılamak, yani döviz satmak zorunda kalıyor. Döviz rezervleri erimeye başlıyor. Rezerv düzeyi bir eşik alt değere inince de sabit döviz kuru rejimi kendiliğinden çökmesi kaçınılmazlaşıyor.
Ancak böyle bir ekonomide çöküş çok daha önceden gerçekleşiyor. Zira mevcut sistemin kaçınılmaz sonunu fark eden spekülatörler, ellerindeki yerli para cinsinden mali varlıkların yabancı para karşısında değersiz bir paçavra haline düşmesini engellemek için, çok önceden dövize hücum ediyorlar: Yerli para cinsinden mali varlıklarını dövize çevirmek için yarışıyorlar. Döviz rezervleri doğal çöküş zamanından çok önce eriyor. Böylelikle döviz kuru rejimi çok önceden çökmüş oluyor. Döviz kuru sıçrıyor. Arada faizi de artırarak kur rejimini naçar korumaya kalktıysa merkez bankası, muhtemelen faizler de yükseliyor.
Dikkat ederseniz bu tür bir krizde önce faiz ve kur sıçrayıp merkez bankasının döviz rezervleri eriyor. Üretim ve işsizlik düzeyine ne olacağı ise koşullara bağlı. Ekonomide başka bir bozukluk yoksa artan döviz kuru ihracatın artmasına yol açarak üretimi artırabilir de. Dolayısıyla, bu dizinin ilk yazısında verdiğim finansal kriz tanımına uymuyor bu tür bir kriz. İktisat yazınında bu tür modellere 'birinci kuşak kriz modelleri' deniliyor.
Bu modeller 1990'lardan bu yana yaşanan krizleri açıklamakta hiç yeterli değiller. 1992'de Avrupa Para Sistemi'nin Döviz Kuru Mekanizması'nın gözden geçirilmesine yol açan bir kriz yaşandı. 1997 ortasında Tayland'da başlayan kriz Kore, Endonezya, Malezya ve Filipinler'e sıçradı. Bu ülkelerin çoğunda kriz öncesi bütçe açığı yok. Dolayısıyla kaçınılmaz sonucu, yani çöküşü yaratan para basımı da yok. Üstelik krizle birlikte bu ülkelerde önemli üretim ve istihdam kayıpları oluşuyor. Bu modeller bu kayıpları da açıklayamıyor.
1992'de yaşananlar yeni açıklama biçimlerinin gelişmesine yol açıyor ve 'ikinci kuşak modeller' ortaya çıkıyor. Ekonomilerde, birinci kuşak modellerde olduğu gibi her şeyin ya 'siyah' ya da 'beyaz' olması gerekmiyor kriz çıkması için. Bazı 'gri' alanlar olması yeterli. Bu gri alanlar, spekülatörlerin ellerindeki yerli para cinsinden mali varlıkları dövize çevirmek üzere dövize hücum etmeleri halinde, merkez bankalarının faiz haddini yükseltmelerini engelliyor. Spekülatörler de bu zayıflığın farkındalar. Ana tema bu. Spekülatif hücum olmasa (mesela Soros 1992 yazında İngiliz Sterlini'ne karşı atak başlatmasa) ekonomideki bu gri alanın beyaza dönüştürülmesi için gerekli önlemleri alacak vakit olacak. Bu anlamda doğal çöküş yok bu modellerde.
Spekülatörlerin sistemin zayıf tarafının farkında olduklarını belirttim az önce. Yeteri kadar kapsamlı bir atak başlatırlarsa merkez bankalarının gerekli önlemleri alamayacağını düşünüyorlar. Rakipleri olan spekülatörlerin de aynı değerlendirmeleri yaptıklarını biliyorlar. Bu durumda öyle bir 'an' geliyor ki spekülatörler dövize hücum ediyorlar. Eğer gerçekten o ülkenin merkez bankası kur rejimini korumak yolunu seçmez ve savunmaya geçmezse, spekülatörlerin bekleyişleri doğrulanmış oluyor. Kur ya devalüasyonla yükseliyor, ya da piyasada dalgalanmaya bırakılıyor. Sonuçta spekülatörler düşük kurdan ellerindeki yerli parayı dövize çevirmiş oluyorlar. Kur yükseldiği için de kâr elde ediyorlar.
Bu modellerin de zayıf tarafları var. Dizinin bir sonraki yazısında bu zayıf tarafları ele alıp daha sonra geliştirilen açıklama biçimlerine değineceğim. Bir de meraklıları için 'gecikmiş bir reklâm' yapayım: Daha derin bir inceleme isteyenler Nisan 2011'de yeniden düzenlenmiş üçüncü baskısı çıkan kitabıma bakabilirler (Finansal Krizler ve Türkiye, Doğan Kitap).