Nasıl oluyor da oluyor? Büyüme-4
Sıra, 'Nasıl oluyor da oluyor?' dizisinin büyüme bölümünün son yazısında. Yapılan çalışmalar, kurumsal yapıdaki farklılıkların ülkeler arasındaki gelir farklarını açıklamak açısından önemli olduklarını gösteriyor. 'Kurumsal yapı çok geniş bir kavram'. Biraz daha somutlaştırmak gerekiyor.
Ülkelerin istikrarlı bir şekilde büyüyebilmeleri için mülkiyet haklarını en üst düzeyde gözetiyor olmaları şart. Düzenleyici kurumların varlığı ve düzgün çalışmaları önemli. Bu çerçevede, rekabete aykırı davranışları ve finansal sektörün büyük riskler almasını engelleyecek bir kurumsal çerçeveye ihtiyaç var. Para ve maliye politikalarını yürütecek kurumların yapıları istikrara katkı yapacak şekilde düzenlenmeli. Sosyal güvenlik kurumları, işsizlik ve yoksulluktan doğan riskleri azaltıcı biçimde örgütlenmeli. Hukukun egemenliği, yargının en üst kalitede olması, temsile dayalı siyasi kurumlar, bağımsız sendikalar, serbest seçimler, azınlık haklarını koruyucu kurumlar… Hepsi çok önemli.
Potansiyel büyüme hızımız yüzde 4.5 civarında. Bu düzey, gelişmiş ülkelerin refah düzeyine yaklaşmak için Türkiye'ye yeterli değil. Potansiyel büyüme hızımızın artması gerekiyor. Tüm sorunlu alanlara aynı anda el atamayacağımıza göre tutarlı bir reform çerçevesi oluşturmamız gerekiyor. Nereden başlayacağız?
Çok iddialı bir soru. Bu konuda yoğun biçimde çalışan iktisatçılara sorulsa muhtemelen farklı yanıtlar alınacaktır. Bu, doğal da. Ancak sanıyorum şu nokta üzerinde hemen herkes anlaşacaktır:
Makroekonomik istikrar olmazsa olmaz koşul. Bu çerçevede, kamu borcunun düzeyi özellikle önemli; Türkiye'nin nispeten düşük olan kamu borcu-gayri safi hasıla oranı, bundan sonra artmamalı. Bu koşulun sağlanması için bütçe disiplini gerekiyor. Türkiye, kamu borcunun istikrar açısından sahip olduğu bu önem nedeniyle, bir ara 'mali kural' uygulamasını gündeme getirdi; yoğun çalışmalar yapıldı. Sonra uygulama ertelendi. Mali kural uygulaması bütçe disiplinini sağlamak açısından şart değil. Daha önemli olan, bütçe disiplinini siyasal kadroların özümsemesi. Öte yandan Merkez Bankası'nın bağımsızlığının sürmesi gerekiyor.
Yukarıda değinilen kurumlar arasından makroekonomik istikrara ilişkin kurumlar açısından Türkiye'nin önemli bir mesafe aldığı açık. Keza düzenleyici kurumlar için de bu sav ileri sürülebilir. Mesela Rekabet Kurumu, mesela Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. Bu kurumların başarılı çalışmaları sürmeli. Sorun daha çok işsizlikten ve yoksulluktan doğan riskleri azaltıcı kurumlar ile mülkiyet hakları ve hukuk alanında gibi.
Hem işsizlik ve yoksulluk ile doğrudan ilgisi nedeniyle hem de potansiyel üretim düzeyinin doğrudan belirleyicisi olduğundan, eğitim alanında yapılacak reformlar yaşamsal önemde. Eğitim derken sadece ilk, orta ve yüksek eğitimi değil, aynı zamanda yetişkinlerin eğitimi ve beceri kazandırıcı/artırıcı eğitimden de söz ediyorum.
Nasıl yapılabileceği hakkında söyleyebileceğim fazla bir şey yok; bu konuda uzman değilim. Ama Türkiye'nin potansiyel büyüme hızını artırmasının önündeki temel engellerden biri olduğunu düşünüyorum eğitim düzeyimizin. Mesela, işverenler aradıkları nitelikte eleman bulamamaktan şikâyet ediyorlar. Mesela OECD'nin Pisa testi sonuçları öğrencilerimizin başarı sıralamasında pek de iç açıcı bir düzeyde olmadıklarını gösteriyor. Çok fazla örneğe gerek yok; çevremizde olan biten yeteri kadar fikir veriyor eğitim düzeyimiz hakkında.
Böyle bir reform hamlesi için kaynak gerekebilir. Bu açıdan Türkiye'nin geniş bir potansiyel manevra alanı var. Vergi gelirlerimizin gayri safi yurtiçi hasılamıza oranı OECD ortalamasının yaklaşık 10 puan (2008'de 10.6 puan) altında. İlk aşamada mesela üç-dört puanlık bir artış Türkiye açısından açık ki başarı olacaktır.
Bu son paragrafta dile getirilenler bu köşenin okuyucuları için yabancı değil. Hatırlarsanız cari işlemler açığına ilişkin temel bir yapısal sorundan söz etmiştim 'Nasıl oluyor da oluyor?' dizisinin cari işlemler bölümünde: Büyüme hızı ile cari işlemler açığı arasında yakın ilişki vardı. Hızla büyümek için yapmamız gereken yatırımları istenilen hızla gerçekleştirmek için gereksindiğimiz kaynakları yurtiçi tasarruflardan sağlayamıyorduk; dışarıdan da kaynak bulmamız gerekiyordu.
Vergi gelirlerindeki bir artış, kamu kesiminin tasarruf oranının artması anlamına geliyor. Dolayısıyla bu gerçekleştirmesi güç reformu gerçekleştirebilirsek hem büyüme hızından fedakârlık yapmadan cari işlemler açığı sorununu hafifletmek yolunda önemli bir adım atmış olacağız hem de başka reformlar için kaynak yaratabileceğiz.