Nasıl oluyor da oluyor? Büyüme-2
'Nasıl oluyor da oluyor?' dizisinin 'büyüme' bölümüne devam ediyorum bugün. İki temel gözleme değinmiştim. Birincisi, ülkeler arasında önemli gelir farkları vardı. İkincisi, bazı ülkeler zenginlerle aralarındaki farkları kapatırken, bazı ülkeler bunu başaramamışlardı.
Büyüme kuramı çerçevesinde geliştirilen modeller, ülkeler arasındaki gelir farklılıklarını teknoloji ve işgücünün eğitim (beceri) düzeylerindeki, sermaye stokundaki ve tasarruf oranlarındaki farklılıklarla açıklıyorlar. Peki, neden bazı ülkeler sermaye stoklarını ve tasarruf oranlarını artıramadı, teknolojilerini yenileyemedi, iş yapma biçimlerini değiştiremedi, eğitimi yaygınlaştırıp kalitesini yükseltemedi?
Bu tür sorulara doyurucu yanıtlar vermenin ancak derine inerek mümkün olabileceğini belirtiyor Daron Acemoğlu 'Modern Ekonomik Büyüme' adlı kitabında. Dört olası temel neden var: Coğrafi farklılıklar, kültürel farklılıklar, şans faktörü ve kurumsal yapı farklılıkları.
Hem coğrafyaya hem de kültüre vurgu yapan çalışmaların açıklamakta sıkıntı çektikleri çok sayıda önemli olgu mevcut. Mesela, Kuzey Kore ile Güney Kore aynı kültüre, dine, tarihsel geçmişe ve coğrafyaya sahipler. Kore ikiye bölündüğünde her ülkenin kişi başına gelir düzeyi yaklaşık aynıydı. Oysa şu anda Güney Kore, Kuzey Kore'nin yaklaşık yirmi katı daha zengin. Başka bir örnek: Çin son yıllarda çok büyük hamle yaptı: Kültürü ve coğrafyası mı değişti? Aynı soru elbette Güney Kore ve İrlanda için de geçerli.
Şansa ilişkin açıklama daha teknik. Kısacası şöyle: İktisadi temeller aynı olsa bile iki potansiyel denge durumu olabilir. Biri 'iyi', diğeri 'kötü'. Kendinizi hangisinde bulacağınız, misal; tesadüfü şoklar tarafından belirlenebilir: Bu anlamda 'şans'. Acemoğlu ABD'nin zenginliği ile Nijerya'nın yoksulluğunu şans faktörüne bağlamanın, daha şanslı olanın (ABD) iyi dengeye, şansız olanın da (Nijerya) kötü dengeye gittiğini belirtmenin anlamlı olmadığının altını çiziyor.
Acemoğlu, yukarıdaki sorulara doyurucu yanıt verebilmenin yolunun kurumsal yapıdaki farklılıkları incelemekle mümkün olacağını belirtiyor. Kurumsal yapı denilince hukuk sisteminden, politik sisteme kadar geniş bir yelpaze kastediliyor. On beşinci yüzyıldan başlayarak Avrupalılar dünyanın çeşitli yerlerini istila edip koloniler kuruyorlar. Oralardaki mevcut kurumları değiştiriyorlar. Öte yandan, kurdukları kolonilerde oluşturdukları kurumlar çok farklı. Kuzey Amerika'da küçük hissedarların mülkiyet haklarına önem veren ve demokratik bir kurumsal yapı oluştururken, mesela Karayipler'de baskı ve kölelik rejimi kuruyorlar.
Bu kolonileştirme 'deneyi' ülkeler arası gelir farklılıkları ile kurumlar arasında ilişki olup olmadığını araştırmaya olanak veriyor. Zira, birincisi, ülkeler arası gelir farklılıkları on beşinci yüzyıldan sonra giderek belirginleşiyor. İkincisi, kolonilerin coğrafyası değişmediğine göre bu ülkelerin sonraki büyüme farklılıklarını kurumsal farklılıklara bağlamak daha kolaylaşıyor.
Acemoğlu ve arkadaşlarının bir dizi araştırmada gösterdiklerinin özü kabaca şöyle: Kolonileşen ülkelerin zenginlik düzeyi, kolonileşmenin başlangıcındaki durumun tersine dönüyor. Mesela Hindistan, 1500'lerde hüküm süren Babür İmparatorluğu altında çok zengin bir ülke. Keza Amerika'da o sıralarda hüküm süren Aztek ve İnka imparatorlukları da. Oysa bu bölgelerde şu anda mevcut ülkeler, dünyanın fakir ülkeleri arasındalar. Buna karşın, o sıralarda gelişmemiş olan uygarlıkların yaşadığı Kuzey Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya şimdi dünyanın en zengin ülkeleri sırlamasında başlarda geliyorlar.
Bu büyük bir zenginlik dönüşümü. İlk grupta zenginlik baş aşağıya giderken, ikinci grubun zenginliği giderek artıyor. Zenginlik dönüşümü bu ülkelerle de sınırlı değil. Acemoğlu ve arkadaşları bazı ölçütler kullanarak, kolonileşen ülkelerin 1500'lerin başlarındaki zenginlik düzeyleri ile 1995'teki kişi başına gelir düzeylerini karşılaştırıyorlar. Arada ters bir ilişki var: Kolonileşen bir ülke 1500'lerin başlarında ne kadar zenginse 1995'te o kadar fakir. 1500'lerin başında ne kadar fakirse 1995'te o kadar zengin. Dahası, bu dönüşüm Avrupalıların istila etmedikleri ülkeler için geçerli değil. Avrupa ülkelerinin kendileri için de söz konusu değil.
Kolonileşme bu ülkelerdeki kurumları değiştiriyor. Şöyle: Kolonileşmenin başlarında zaten zengin olan ve bu nedenle de şehirleşmenin yaygın, nüfusun kalabalık olduğu ülkelerde kurulu bir düzen var. Buraları zaptı-rapt altına almak, rahat sömürebilmek için koloni yönetimleri sürekli zora başvuruyorlar. Baskı rejimleri kuruyorlar bu nedenle. Oysa şehirleşmenin olmadığı, nüfus yoğunluğunun bulunmadığı o zamanların fakir ülkelerine, Avrupa'daki yapıyı getiriyor istilacılar. Nüfusun çoğunluğu kendilerinden oluşuyor çünkü.
Şüphesiz kurumsal yapıdaki farklılıkların önemini vurgulayan çalışmalar sadece Acemoğlu ve arkadaşlarının çalışmaları ile sınırlı değil. Daha önce de bu konuda çalışanlar var. Hangi kurumlar? Bu soruyu da gelecek yazıda bu konuda yapılan çalışmalara dayanarak yanıtlamaya çalışacağım.