Nasıl istihdam yaratırız?
Türkiye’nin giderek artan bir istihdam sağlayamama problemi var. Bu da kendini ilk olarak genç işsizliğinde gösteriyor. Daha da düşündürücü olanı ise bir yıldan fazla ne eğitimde ne de istihdamda olan nüfusun yarısından fazlasının üniversite mezunu olması. Yani Türkiye’de bir metropol nüfusuna denk gelen sayıda üniversite mezunu olup işgücüne dahil olmayan genç var.
Üstelik istatistikler daha da kötüleşecek gibi duruyor. Neden mi? TÜİK tarafından açıklanan nüfus piramidi önümüzdeki dönemde alt yaş gruplarından işgücüne katılacak milyonlar olduğunu söylüyor. Yani bir yandan Sanayi 4.0 kalifiye olmayan işgücüne olan ihtiyacı neredeyse sıfırlarken öbür yandan bizim “fırsat” olarak gördüğümüz ama bu gidişle “problemin ta kendisi” olacak bir genç nüfusumuz var. Peki ne yapmalı?
İstihdamı hangi şirketler yaratıyor?
İlk olarak sanayileşmiş ülkelerde istihdamın hangi şirketler tarafından yaratıldığına bakalım. Daha sonra da önümüzdeki dönemde istihdamın lokomotifi olması beklenen bu şirketlerin ihtiyaç duyacağı işgücü profilini inceleyelim.
Başta ABD olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde net istihdama en fazla katkı veren şirketler çoğunluğunu KOBİ’lerin oluşturduğu genç şirketler. Kamu kurumları ve kurumsallaşmasını tamamlamış büyük ölçekli şirketler istihdam artışına sadece sınırlı bir katkı yapıyorlar. Hatta Kauffman Vakfı’na göre ABD’de 5 yaşından daha büyük şirketlerin yarattığı net istihdam negatif.
Siyasete girmeden önce TÜSİAD için yaptığımız bir çalışmada Türkiye için de benzer bir sonuç bulmuştuk. İstihdamı ülkemizde de genç şirketler yaratıyor. Bu istihdam yaratma potansiyeli olan genç KOBİ’lerle bir anlamda yeni ve girişimci şirketleri kastediyoruz. Sonuç olarak, Türkiye’nin gündeminde hak ettiği yeri alamayan girişimcilik aynı zamanda önümüzdeki dönemdeki en büyük toplumsal problemlerinden birini çözme potansiyeline de sahip.
Türkiye’deki girişimcilik ekosisteminin gelişmesinin önündeki en büyük engeller nedir diye soracak olursanız, “ne değil ki?” diye cevap verirdim. Hukuk sisteminin işlevini giderek yitirmesinden eğitim sisteminin yaratıcılıktan uzak bir anlayışla kurgulanmasına, KOBİ’lerin finansmana kısıtlı erişiminden toplumdaki girişimcilik algısının çoğu zaman çakallıkla eş tutulmasına kadar birçok faktör sayılabilir.
En temelinde, Türkiye’deki politika yapıcıların ve bütün olarak ekonominin girişimci şirketlere yönelik politika refleksinin zayıf ve yarattığı teşvik mekanizmalarının yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. İki örnek vereyim. Finlandiya hükümeti NOKIA’nın iflasın eğişine gelmesinden sonra işsiz kalan yazılımcıların kendi şirketlerini kurup büyümesini öncelikli bir istihdam politikası olarak benimsedi.
Sonuç olarak da ortaya genç, girişimci ve her biri yüksek katma değerli ve istihdama önemli katkı yapan birçok şirket çıktı. Benzer bir tabloyu Asya krizinden sonra Güney Kore’de gözlemledik: Hükümet, kriz sonrasında makroekonomik koşullardan dolayı iflas eden şirketlerdeki başarılı yöneticilerin kendi şirketlerini kurması için önemli teşvik mekanizmalarını başarıyla uyguladı. Türkiye’de bu tür bir politika refleksinden söz edebilir miyiz? Sanmıyorum. Artık ticari ömrünü tamamlamış şirketleri yüzdürmek yerine kaynakları bu şirketlerde tecrübe kazanmış genç girişimcilere vermek daha doğru sanki. Ayrıca, girişimcilik ekosistemi yenilikçi iş fikirlerini hayata geçirmek için yeterli teşvik ve yönlendirme mekanizmalarını da sunamıyor.
Tanıdığım iki girişimcinin yenilikçi iş fikirleriyle kurdukları şirketlerini satıp güzel bir para kazandıktan sonra inşaat işine girmesini başka nasıl açıklayabiliriz? Sonuç olarak geldiğimiz nokta, yakın bir zamanda bizim için daha da büyük bir öncelik haline gelecek olan istihdam artışının bütün dünyada genç ve çoğunlukla da küçük ölçekli şirketler tarafından sağlandığı, bu tür bir yapının etkin bir girişimcilik politikası gerektirdiği ama Türkiye’nin de bu yapıyı sağlamaktan şimdilik uzak olduğudur.
Nasıl bir işgücü profili?
Yukarıda bahsettiğim tablo içinde istihdama en büyük katkının genç ve girişimci şirketlerden gelecek olması “otomasyon” çağına geçtiğimiz bu dönemde beklentilerle örtüşmeyebilir. 100 kişiden daha az insanın çalıştığı yazılım şirketlerinin milyarlarca dolarlık ekonomik değer yarattığı bu dönemde istihdam ve büyüme arasındaki ilişkinin en azından genç ve girişimci şirketler özelinde azaldığını da düşünebilirsiniz.
Bu konuda Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırmada içlerinde bilim insanları, iş dünyası liderleri, gazetecilerin de bulunduğu 2000’e yakın sayıda uzmana 2025 yılı itibarıyla teknolojik gelişmelerin istihdam üzerinde yaratacağı etki sorulmuş. Ankete katılanların yarısından biraz fazlası (%52) otomasyonun daha hakim olduğu ve sanal gerçeklik uygulamalarının iş dünyasına daha hızla gireceği önümüzdeki dönemde ekonominin istihdam yaratma kapasitesinin daha fazla olabileceğini belirtmişler. Yeter ki eğitimden teknoloji politikasına kadar doğru politikalar hayata geçirilebilirsin.
Peki nasıl bir işgücü profili ön plana çıkacak? Dünya Ekonomik Forumu’nun Future of Jobs raporuna göre 2020 yılında öne çıkacak mesleklerde başarılı olmak için gerekli olacak temel yeteneklerin üçte biri bugün şirketler tarafından aranan özellikler arasında yer almıyor. İş dünyası ve istihdam piyasası olarak önemli bir yapısal dönüşümün yaşanacağı ve bunu başaramayan ekosistemlerde beceri uyumsuzluğu (skills mismatch) probleminin ön plana çıkacağı kesin.
Peki bu konuda ne yapmalı? İlk olarak ne yapılmaması gerektiği açık: Özellikle son dönemde şirketlerin verimlilik problemlerinin had safhaya ulaştığı ve küresel ölçekte rekabet etmelerinin zorlaştığı ekonomilerde otomasyona direnmemek gerekiyor.
Tam tersine, politika yapıcılar, kısa dönemde yaratacağı siyasi maliyetleri de göze alarak, otomasyonu hızlandırıcı ve yaygınlaştırıcı bir anlayışı rekabet politikalarının odak noktasına yerleştirmeliler. Aksi takdirde KOBİ’lerin önemli bir bölümünün mevcut iş modeli anlayışıyla Sanayi 4.0’ın belirleyeceği yeni dönemde faaliyetlerine devam etmesi zaten imkansızlaşacak. Kayıt dışına kayma ya da sistematik olarak çıkartılan vergi barışları bu şirketleri artık –ve iyi ki de- kurtaramayacak. Otomasyonun en üst düzeyde olduğu yeni dönemde yerel ve küresel değer zincirine sadece ucuz işgücü ile ve kayıt dışına kayarak bağlı kalabilecek işletmelere gerek kalmayacak. Burada izlenmesi gereken politikalardan biri artan otomasyonu veri olarak alıp yeni iş faaliyetlerini bunun çevresinde şekillendirmek.
Bir bakıma otomasyonu bir araç seti (toolbox) olarak kullanarak yeni iş alanları yaratmak gerekiyor. Bu sürece gayet yaratıcı bir şekilde augmentasyon (gücünü arttırma) adı verilmiş. İşgücüne kazandırılacak becerilerle akıllı makinaların insanı ikame etmeyip tamamlayacağı bir anlayıştan bahsediyoruz. Bu beceriler arasında ilk etapta “büyük resmi görebilme”, “belirsizlik anında karar alma”, “empati kurabilme”, “fırsat tanımlama”, “kompleks problem çözebilme” gibi yetenekler ön plana çıkıyor.
Özetle, önümüzdeki dönemde işini makinalara kaptırmamak ancak onları etkin kullanabileceğin ve tamamlayabileceğin bir donanımla mümkün. Bu konuda çalışanların, şirketlerin ve politika yapıcıların izleyeceği stratejiler bir sonraki dönemin kazananlarını da ortaya çıkaracak gibi duruyor.