Nasıl bir sanayi ve dış ticaret politikası…
Geçtiğimiz hafta iş dünyasının vizyoner iş insanı Adnan Dalgakıran, Vietnam’ın sadece yüksek teknolojili ihracatının bizim ihracatımızın tamamı kadar olduğunu, ülkemizin toplum yapısının (kendi sözleriyle sosyolojisinin) gelişmemizin önündeki en büyük engel olduğunu belirtti. Kendisine büyük ölçüde katılmakla beraber ihracatımıza başka bir açıdan bakmak istiyorum.
Küresel konjonktürden dolayı çok yüksek cari açık verebildiğimiz dönemlerde politika yapıcıların ağzından “Türkiye’nin artık … sektöründen çıkması gerekiyor” cümlesini sıkça duyduk. Ülkenin -Sayın Dalgakıran’ın tabiriyle- sosyolojisini göz ardı eden bu politika yapıcılar çoğu zaman gözden çıkardıkları bu sektörlerin ülke ihracatını geleneksel olarak sırtlayan, ülkenin birçok bölgesine dağılmış, küresel değer zincirine iyi kötü entegre olabilmiş ve istihdam sağlayabilen sektörler olduğunu ise göz ardı ederler.
Oysa yapmamız gereken, hangi sektörlerden çıkacağımızı tartışmak yerine yüksek teknolojili sektörlerde elde ettiğimiz teknolojik kazanımları geleneksel olarak ihracatının güçlü olduğu sektörlere nasıl aktaracağımızı düşünmektir. Yeni dönemin sanayi ve dış ticaret politikasını oluştururken sektörler arası teknoloji aktarım mekanizmalarına kafa yormaktır.
Somut bir örnek vereyim. Savunma sanayine yapılan yatırımları çok olumlu buluyorum. Tarihsel süreçte bütün ülkeler için savunma sanayi ekonomik büyümenin ve kalkınmanın lokomotiflerinden biri olmuştur. Temel eksiğimizin ise bu sektörde geliştirdiğimiz teknolojileri diğer sektörlere aktaramamak olduğunu düşünüyorum. Savunma sanayi gibi yüksek teknoloji içeren sektörlerde elde ettiğimiz bilgi birikimini, teknolojik kazanımı geleneksel olarak rekabetçi olduğumuz tekstil, hazır giyim, beyaz eşya gibi sektörlere aktaracak mekanizmalar geliştirirsek önümüzdeki dönemin hem sanayi hem de dış ticaret açısından kazananı oluruz.
İspanya, İtalya, İsveç neden geleneksel sektörlerden çıkmıyor?
Örneklere devam edelim. Sizce kişi başı milli gelirleri bizim bir hayli üstümüzde olan İspanya ve İtalya’nın en zengin iş insanları servetlerini hangi sektörlerde faaliyet göstererek kazanmışlar? İspanya’da ilk beşin ikisi hazır giyim sektöründe faaliyet gösteriyor. İlki aynı zamanda dünyanın en zengin ilk 10 kişisinden biri. İtalya’nın kişisel servet açısından en zengini ise bir çikolata ve şekerleme üreticisi. İlk beşte hazır giyim markası olan bir iş insanı da yer alıyor.
Bu başarının ardında hangi faktörler var? Süreç inovasyonu, markalaşma, tasarım gibi her aşamasında teknolojik kazanımların iş süreçlerine uygulandığı bir anlayış var. Hal böyle olunca da işgücü ya da diğer maliyetler açısından bizden çok daha dezavantajlı olan bu ülkelerde hiçbir politikacı bu sektörlerden çıkılması gerektiğini söylemiyor. Tam tersine, ABD ve Japonya gibi ülkelerin, daha gelişmiş teknolojilerle tekstil ve hazır giyim gibi sektörlere yatırımlarını arttırdığını görüyoruz.
İsveç’ten örnek vererek devam edelim. İsveç’in dünyaya kazandırdığı mobilya devi ve dünyaca ünlü hazır giyim ve perakende şirketi aynı zamanda İsveç’te bilgi ve iletişim teknolojilerini en yoğun kullanan şirketler arasında yer alıyor. Hatırlatmakta fayda var: Bu şirketlerin hiçbiri yüksek teknolojili sektörlerde faaliyet göstermiyor. Ancak bu şirketler teknolojik gelişmeleri üretim süreçlerine dahil eden dinamik bir ekosistemde faaliyet gösteriyorlar.*
Nasıl bir bakanlık yapısı, nasıl bir marka politikası?
Böyle bir ekosistemi yaratmak için ilk yapmamız gerekenlerden biri sanayi ve dış ticaret politikamızı aynı bakanlık bünyesinde oluşturmak olmalı. Japonya’nın diğer Asya ülkelerine de örnek olan Dış Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nı (MITI) günümüz koşullarına göre nasıl kurabileceğimizi düşünmemiz gerekiyor. Bunun yanına yukarıdaki ülke örneklerinin bize gösterdiği bir başka nokta daha var: Sadece şirketler değil ülkeler de marka politikaları geliştirmek zorunda. Ülke olarak marka politikamızı gözden geçirmeliyiz. Turquality destekleri iyi bir başlangıç noktası olsa da sınırlı bir katkı yaptı. Aksi takdirde, FutureBrand tarafından açıklanan marka ülkeler sıralamasında ilk elli ülke arasında olurduk!
*Konuyu ülke örnekleriyle sınırlı da tutmayabiliriz. McKinsey Global Institute tarafından yayımlanan rapor dijital inovasyonun inşaat sektöründe nasıl bir dönüşüm yaratabileceğini gösteriyor. Yani anlayacağınız, inşaat sektörüyle büyümeyi tercih etsek bile bu sektörde daha yüksek bir katma değeri yine inovasyonla yaratmanız gerekiyor.