Nasıl bir müzede çalışıyorsunuz?
Müze bekçisinin işi kolay değildir. Ayakta duracak ve sürekli ziyaretçileri gözleyecektir. Çünkü müzeyi gezen ne kadar kişi varsa, o kadar potansiyel tehlike var demektir.O ana kadar saklanmış değerleri gelecek nesillere kalmak üzere koruma sorumluluğu o salondaki bekçinin omuzlarındadır. Düşünün, bir deli çıkıp Van Gogh'un "Yıldızlı Geceler" tablosunu parçalamış. Bunu yapana ne ceza verirseniz verin, bir daha Van Gogh'u bulup yaptırmak mümkün değildir.
Müze bekçisi konusu da nerden aklıma geldi diye merak edenler olabilir. İki hafta önce Hollanda'da Erasmus Üniversitesi'nde idim. Mekke'ye gidip Kabe'yi görmeden olmazdı; Amsterdam'daki Van Gogh Müzesi'ni ziyaret ettim. Müzedeki 6 saatlik turumda müze bekçilerini gözlemleme şansım oldu. İki örnek vermek istedim.
Birinci bekçi
Esmer renkli bekçiye yanaştım. Suratında yorgun ve bezgin bir ifade vardı. Sanırım 5-6 saattir ayakta idi. "Biz para verip giriyoruz buraya. Siz her gün buradasınız. Bu değerlerin yanında olmak güzel bir duygu olmalı" dedim. Bekçi omzunu silkti, "İş işte" dedi. Bunun üzerine sordum "Sanattan hoşlanmaz mısınız?" Bekçi suratını buruşturup "O kadar hoşlanmam" dedi. Ben de "Bir vejeteryanın kasap dükkanında çalışması kadar mı?" dedim. Bekçi yorgun yorgun güldü "İyi bir benzetme" dedi. Bu kişi için bir bankada bekçi olmakla, bir müzede bekçi olmak arasında bir fark yoktu. Onu yorgunluğu ve bezginliği ile baş başa bırakıp Van Gogh'un renk dünyasında turuma devam ettim.
İkinci bekçi
Konuştuğum ikinci bekçi birincisinden en az 10 yaş daha yaşlı idi. Atletik yapılı birisi idi. Gözleri fıldır fıldırdı, ziyaretçileri gözlüyordu. Selam verip "Nasıl bir şey burada çalışıyor olmak?" diye söze başladım. "Her gün bunca değer içinde olmak zevkli bir şey olmalı" dedim. "Yeni bir sergi açıldığında daha zevkli" diye cevap verdi. Bunun üzerine "Sanatı seviyor musunuz?" diye esas soruyu sordum. Yakışıklı bekçi "Bu nasıl bir soru?" diye yüzüme baktı. "Tabii ki severim. Ben kendim de bir koleksiyoncuyum. Tablo toplarım" dedi. Bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için şunları ekledi. "Burada çalışmak güzel. Üstelik bir de güzel para veriyorlar" dedi. Adama "Kaç para, kaç para?" demeden Van Gogh turuma devam ettim.
Bekçinin iyi para yorumu üzerine, Amerika'nın tanınmış bir üniversitesindeki bir profesörünün öyküsünü hatırladım. Bu profesör sınıfa hep büyük bir hevesle gelir dersini anlatırmış. Aybaşında sınıfa yine sevinçle ama suratında bir şaşkınlıkla gelmiş. "Ben bu işten zevk alıyorum. Bugün inanılmaz bir şey oldu. Bugün bir de bana para ödediler."
Bir yorum
Size aynı müzede çalışan iki kişinin işleri ile ilgili yorumlarını aktardım. İş aynı işti. Sanırım aldıkları para da pek farklı olamazdı. İş yorucu idi. Ama bu iki bekçiden birisi diğerinden daha fazla yoruluyordu. Çünkü yaptığı işe sadece bir "iş" olarak bakıyordu. Yaptığı işten zevk almıyordu.
Bu bir resim sergisi idi. Böylesine değerli resimlere her yerde rastlamak mümkün değil. Ama kişilerin işe farklı bakışlarını gösteren resme her yerde rastlamak mümkün.
Olay bir müzede geçiyordu. Her yere bir müze gözüyle bakabilirsiniz. Aslında bir bakıma hepimiz birer müze bekçisiyiz. Sadece koruduğumuz, gözlediğimiz şeyler farklıdır. Bu gözlediklerimiz Van Gogh müzesindekilerden daha da değerli olabilir, daha değersiz de. Van Gogh müzesinde bekçi iseniz koruduğunuz değerli şey tablodur, bir anaokulunda çalışıyorsunuz koruduğunuz değerli varlık çocuktur. Ama asıl önemli olan, işe bakış açımızdır, koruduğumuz değerlerin farkına varmaktır.
İşte geçirdiğimiz zaman, ömrümüzün önemli bir bölümünü alır. Bu süreyi, birinci müze bekçisi gibi, hoşlanmadan geçirmek çok yorucu olur. Değerlerin içinde olmak ve değerlerin zevkine varmamak çok acıdır. Önemli olan, değerlerin farkına varmak, değerlerin değerini bilmektir. Belki yaşlılar için zor olabilir; ama gençlere tavsiyem, çalışmak için sevdikleri bir "müze" bulmaları.
Siz sevdiğiniz müzede mi çalışıyorsunuz?