Nasıl bir döviz kuru politikası?

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

Son günlerde döviz kuru üzerinde yapılan tartışma sayısında belirgin bir artış var. İhracatımız, mal sattığımız pazarlardaki gelir düşüşü nedeniyle 2008'in sonundan 2009'un son aylarına kadar büyük bir darbe yedi. Dünya ekonomilerindeki toparlanmayla birlikte ihracatımız da toparlanmaya başladı. Ancak bu sefer, hem paramızın değerli olması, hem de ihracatımızın yarısının yönlendiği Avrupa'nın para biriminin değer kaybetmesi ve dolayısıyla paramızın avro karşısında daha da değerlenmesi, "İhracat artışı devam eder mi?" sorularını da gündeme getirdi. Üstüne bir de Avrupa'nın çoğu ülkesinde kemer sıkma politikalarının ardı sıra devreye sokulması, bu soruların daha da şiddetli sorulmasına yol açtı.

Paramızın yabancı para birimleri karşısında değerli olduğu konusunda sanıyorum tartışılacak bir şey yok. Merkez Bankası, ticaret yaptığımız ülke sayısındaki çeşitlenmeyi dikkate alarak reel kur endeksinin kapsadığı döviz cinsi sayısını artırdı ve yeni bir endeks açıkladı. 2003 ortalamasına kıyasla eski endekse göre, paramız yabancı para birimleri karşısında reel olarak yüzde 38 oranında değerli iken, yeni endekste bu değer yüzde 27 olarak hesaplanıyor. Dolayısıyla güncellenmiş endeks de paramızın değerli olduğunu gösteriyor.

Paramızın değerlenmesinin ihracatımızı olumsuz yönde etkilediği konusunda da tartışılacak fazla bir şey yok: Bir avro iki lira iken, 200 liralık bir malı 100 avroya satıyorduk. Oysa (abartayım) paramız değerlenip bir avro bir liraya düşerse, 200 liralık malı 200 avroya satmak durumundayız. Fiyatınızı düşürmedikçe o malı satma şansınız yok anlamına geliyor bu durum. Elbette paramız bu örnekteki kadar değerlenmiyor; ama sonuçta değerli paranın olumsuz etkisi olduğu da açık.

Peki, ne yapılabilir? Yukarıdaki iki konuda görüş birliği olsa da 'ne yapılabileceği' konusunda iktisatçılar anlaşamıyor. Ben şöyle bakıyorum:

Her şeyden önce ihracatımızın tek belirleyicisinin döviz kuru olmadığı saptamasından hareketle, rekabet gücümüzü artırmak için birden fazla cephede uğraş vermek gerekiyor. İki hafta önce 'ihracat için yapabileceklerimiz' başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Orada çok cepheli bir politika önermesi vardı. Tekrar bu konuya dönmemin nedenini girişte belirttim. Bu sefer sadece döviz kuru politikası üzerinde ve biraz daha ayrıntılı bir şekilde duracağım.

Döviz kuru politikasını tartışmak için önümüzdeki dönemin koşullarına dikkat etmek gerekiyor öncelikle. Eğer küresel piyasalar çarçabuk toparlanmayacaksa; yeni çalkantılara gebeyse, döviz kuru rejimleri terazisinde ibre dalgalı kur rejimine yakın bir yeri gösterir. Neden? Şu soruyu düşünün: Küresel krizin finansal piyasalarda en şiddetli biçimde yaşandığı 2008'in sonları - 2009'un ilk aylarında Türkiye'de sabit döviz kuru rejimi uygulanıyor olsaydı ne olurdu?

O tarihlerde dalgalı kur rejimi altında döviz kurunda önemli bir sıçrama gerçekleştiğini hatırlayın. Mesela eylül 2008'in başından mart 2009'un başına kadar geçen sürede avro karşısından lira yüzde 30 oranında değer yitirmiş. Sabit kur rejimi olsaydı bunu engellemek için ne yapacaktı Merkez Bankası? Döviz rezervlerini boşaltacaktı. İkinci silahı olan faizleri ise iç talebin bıçak gibi kesildiği bir ortamda muhtemelen başlangıçta kullanamayacaktı. Bu hareketler büyük ihtimalle döviz alma isteğini daha da canlandıracak ve piyasada panik alımlar gözlenebilecekti.

Önümüzdeki dönemin kırılgan yapısı dikkate alındığında sabit döviz kuru rejimi konu dışı. Peki, sabit kur ile dalgalı kur arasında bir yerde olamaz mı döviz kuru rejimi? Yani, merkez bankası müdahaleleriyle döviz kurunu belli bir aralıkta tutmaya çalışamaz mıyız? Elbette sabit döviz kuru rejimine kıyasla bu daha yürütülebilir bir döviz kuru rejimi. Yapabilir miyiz?

İşte burada uygulanan para politikasının önemi devreye giriyor. Enflasyon hedeflemesi rejimi uyguluyorsanız, faiz politikanızın bu rejimin hedeflerine uygun bir şekilde yürütülmesi gerekiyor. Şu anda Merkez Bankası hem enflasyonun enflasyon hedefinden sapmasına, hem de üretim düzeyinin potansiyel düzeyinden sapmasına tepki veriyor. Bu değişkenleri etkileyen unsurlardan biri de döviz kuru. Paramız değer kazanıyorsa, hem enflasyon düştüğü, hem de üretimin potansiyel düzeyinin altında kalma olasılığı arttığı için (düşen ihracat nedeniyle) politika faizini düşürebiliyor merkez bankası. Dolaylı bir tepki var dolayısıyla; bunun dışında döviz kuruyla ilgilenmiyor.

Döviz kurunun belli bir aralıkta tutulmasına yönelik bir kur politikası, Merkez Bankası'nın mevcut para politikası ile pek bağdaşmıyor. Çünkü ona başka bir hedef daha vermiş oluyoruz. Üstelik bu dünya konjonktüründe kuru belli bir aralıkta tutma hedefi mevcut para politikası hedeflerine ağır basacak. Para otoritesinin verdiği sinyaller karışacak.

Peki, mevcut para politikasından, yani enflasyon hedeflemesinden vazgeçilemez mi? Elbette, başka para politikası rejimleri de var. Ama piyasa ekonomilerinde en çok uygulanan para politikası rejimi bu. Diğer alternatifler, enflasyon hedeflemesi lehine terk edildiler. Bu rejimden vazgeçmenin bir anlamı yok bu aşamada. Çünkü yerine koyacağımız daha iyi bir alternatif şimdilik görünmüyor.

O zaman soru şuna dönüşüyor: Mevcut enflasyon rejimi altında Türkiye'nin rekabet gücünü de dikkate alacak bir döviz kuru politikası yürütülebilir mi? İşte bu sorunun yanıtı olumlu: Evet, yürütülebilir. Şöyle:

Her şeyden önce şu andaki konjonktürde kısa vadeli sermaye girişlerini (sıcak parayı) maliyetli hale getirerek caydıracak politikalara en azından antipati duyulmadığına dikkat etmek gerekiyor. Türkiye de böyle bir politikaya yönelebilir. Bunu yaparken diğer ülke deneyimlerine mutlaka bakmak gerekir. Hem kötü örneklere hem de sağlıklı işleyenlere. Bu ilk adım olsun.

İkinci olarak, enflasyon biraz daha düştükten sonra, enflasyon hedeflemesi rejiminin uygulanış biçimi değiştirilebilir. Az önce saydığım iki değişkene (enflasyon ile enflasyon hedefi arasındaki fark ile üretim düzeyi ile potansiyeli arasındaki fark) ek olarak Merkez Bankası paramızın reel değerinin belli bir düzeyden sapmasına da doğrudan tepki vermeye başlar. Teknik deyimiyle artık Merkez Bankası'nın 'amaç fonksiyonu'nda üçüncü bir değişken daha olur: Reel kur ile 'denge değeri' arasındaki fark.

Üçüncü olarak da döviz alım ihalelerindeki alım miktarını yukarıya çekebilir Merkez Bankası. Ama bu çerçevede yapabileceklerin sınırlı olduğuna dikkat etmek gerekiyor. Zira satın aldığı döviz karşılığında piyasaya çıkan para Merkez Bankası'nı rahatsız edecek aşamaya gelmemeli. Ek olarak da döviz alım ihalelerinin sürdürülemeyeceği koşullar var. Yakın geçmişte birden çok kez bu ihalelere ara verildiğini hatırlayın.

Bu köşeden döviz kuru politikasına ilişkin görünenler bunlar. Son olarak bir uyarı: Bu satırların yazarı, hem örtük hem de açık biçimde enflasyon hedeflemesinin ve de dalgalı kur rejiminin tasarımında ve mayıs 2001 - nisan 2006 arasındaki uygulanmasında önemli bir sorumluluk aldı. Dolayısıyla, burada değinilenleri bu noktayı dikkate alarak değerlendirmek gerekiyor. Meslektaşların bu tartışmaya katılarak görüşlerini belirtmelerinde yarar var. Özellikle burada ileri sürülenlerden farklı, hatta buradakilere tamamen zıt kaliteli görüşlere ihtiyaç var.  

İşte, önerilen yeni politika

Gerek işadamları, gerekse iktisatçılar dalgalı kur rejiminin olumsuz sonuçlarına işaret ederken, yerine, sabit kur rejimini önermiyor. Dalgalı kur rejiminin şimdiye kadar Türkiye'yi krizlerden koruyan önemli faktörlerden biri olduğuna dikkat çekiliyor. "Dalgalı kurdan vazgeçilemez. Yerine konulacak daha iyi bir uygulama seçeneği yok" deniliyor. Ancak değerli TL'nin olumsuz sonuçlarını azaltabilecek tedbirler konusunda öneriler var. Ağırlıkla DÜNYA Yazarı Fatih Özatay'ın makalelerinde dile getirilen önlemler demeti şöyle:

- Öncelikle maliye politikasının 2001 öncesine dönmeyeceğine dair herkese güvence verecek bir uygulama çerçevesi gerekli.

- Merkez Bankası uygulamakta olduğu enflasyon hedeflemesi rejiminde değişikliğe gidebilir. Enflasyon ve çıktı açığına ek olarak liranın reel değerini de dikkate alır.

- MB düzenli ihalelerle aldığı döviz miktarını artırabilir.

- Kısa vadeli sermaye girişlerini (sıcak parayı) maliyetli hale getirerek caydıracak politikalara yönelenilebilir.

- Rekabet gücümüzü artırmak için birden fazla cephede uğraş vermek gerekiyor. Bu kapsamda yapısal reformlarla işgücünün beceri düzeyi yükseltilebilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018