Nasıl bir 2025?

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Yılın son yazısında 2025’i değerlendirmek istedim.

Enflasyonun istediğimiz oranda olmasa da düşeceğini göreceğiz. Bunu olumlu bir cüm­le olarak görmenizi istemem zira uygulanan dezenflasyon programı toplumsal maliyeti eşit dağıtmayan, talebi ve kuru baskılamak dışında ekonominin akut sorunlarına çözüm üretmeyen bir nitelik taşıyor.

Yeni biten büt­çe görüşmelerinde vergi yükünün adil dağı­tılmayacağını, vergi harcamaları konusunda istenen disiplinin sağlanmayacağını, ticaret, sanayi ve tarım alanında reform özelliği ta­şıyan politikaların hayata geçirilmeyeceğini gördük. Bu yüzden de 2025 yılında enflasyon düşer ama istediğimiz oranda düşmez.

Reel faizlerin pozitif ve cazip olacağı bir yıl görülecek

TCMB, politika faizini de enflasyonda düş­me doğrultusunda düşürecektir. Yani reel faizlerin pozitif ve cazip olacağı bir yıl göre­ceğiz. Türkiye gibi başını yüksek enflasyo­nun çektiği ekonomik belirsizliklerden dola­yı risk primi yüksek bir ekonomide bundan daha doğal bir şey yok. Bu duruma iş dünyası tepki göstermekte haksız.

Önceki dönemde negatif reel faizlerin konforuna alıştıkları ve kısa dönemde oldukça büyük faydalar sağla­dıkları için o yalancı baharın bitmesini iste­miyorlar. Oysa toplum olarak ağır bir fatura ödediğimiz bu dönemin en büyük sorumlusu önceki dönemde izlenen yanlış politikalar. Üstelik bu faturanın önemli bir kesiminin de ücretlilere çıktığını düşünecek olursa iş dün­yasının çok da şikayet etmemesi gerektiğini söyleyebiliriz.

Döviz kurunun bir süre daha baskılandığı­nı göreceğiz. Cazip faizler TCMB’nin rezerv biriktirmesini ve maliyet enflasyonunu kont­rol altında tutmasını sağlıyor. Önceki yazıla­rımda “carry trade” riskine karşı uyarılarda bulunduğum için bu politikanın yaratacağı riskleri tekrarlamaya gerek yok. Türkiye, bir süre daha düşük bir kur riski alarak dolar ba­zında çok yüksek faizlerin elde edileceği bir yapıda olacak. Döviz kuru konusunda sevgi­li meslektaşım Prof. Dr. Hakan Kara’nın Big Mac endeksinde Türkiye’nin başını alıp git­mesini örnek göstererek yaptığı uyarı olduk­ça önemli.

Suriye birçok sektör için cazip pazar olacak

Önümüzdeki dönemde Suriye’nin yapı malzemeleri başta olmak üzere birçok sektör için cazip bir pazar olacağını söyleyebiliriz. Hisse senedi piyasasında çimento gibi sek­törlerde faaliyet gösteren şirketlerin son bir aydaki hareketlerine bakınca piyasadaki Su­riye beklentisini anlıyorsunuz. Bununla be­raber toplam ihracatımızda önemli bir artış beklemiyorum.

2025 te büyümenin hissedilmediği bir yıl olacak

Büyüme tarafında ise geçen hafta kullan­dığım cümleyi tekrarlamak istiyorum. Büyü­menin hissedilmediği bir dönem yaşıyoruz. 2025 yılında da bu durumda bir değişiklik gö­receğimizi sanmıyorum. Çalışanların ücret­lerinin baskılandığı bir dönemde özellikle üst orta gelirli beyaz yakalıların tüketim alışkan­lıklarını devam ettirmek için daha da fazla borçlanacaklarını öngörüyorum. Bence 2025 yılı hane halkı borçlarının önemli ölçüde art­tığı bir dönem olacak. Hizmet sektöründeki fiyatlarda ataletin devam etmesi bu durumu daha da körükleyecek.

2025 için çizdiğim bu tablo ekonomimizde­ki iki önemli uyumsuzluğu daha da gün yüzü­ne çıkaracak. İlk uyumsuzluk ekonomik da­ralma yaşadığımız bir dönemde kişi başı milli gelirimizdeki artış. Döviz kuru da böyle sey­rederse resesyon yaşadığımız ve ücretlerin baskılandığı bu dönemde yüksek gelirli ülke­ler grubuna gireceğiz!

Oysa ülkede şanslı bir azınlık dışında kimse yüksek gelirli bir ülke­nin vatandaşı gibi yaşamıyor. Şöyle özetleye­lim: Bu ülkede insanların üçte biri çalışıyor ve bu çalışanların yarısı da açlık sınırı civarında bir ücret alıyor. Nüfusun beşte biri emekli ve emeklilerin de dörtte üçü açlık sınırı ya da al­tında bir maaş alıyor. Yukarıda bahsettiğim gibi hissedilmeyen bir zenginlik içindeyiz. Bu durum, iktisadi ve toplumsal problemle­ri beraberinde getiren ciddi bir uyumsuzluk. Özellikle üst orta gelirli beyaz yaka çalışan­larda bu durumun yarattığı olumsuzlukları görmek mümkün.

İkinci uyumsuzluk da üretim yapımızla il­gili. Türkiye’nin mevcut üretim deseni kişi başı milli gelirimizle uyumlu değil. Bu yüzden de reel sektör kişi başı milli gelirin 15.000 do­lara çıkmasının beklendiği bir dönemde ne iç talepten mutlu ne de ücretlerden. Yani reel sektörümüz yüksek gelirli bir ülke olmaya ha­zır değil desek yanlış söylemiş olmayız.

Yukarıda bahsettiğim uyumsuzluklar ve beraberinde gelen olumsuz ruh hali ne ça­lışanların ne de reel sektörün hatası. Kendi içinde çelişen bir ekonomik programımız var. Temel problem burada.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Asgari ücret tartışması 10 Aralık 2024