Mutfağı toparlamadan rekabetçi olunmuyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

Uzun zamandır biteviye vurguladığımız bir şey var: Yakın tarihimizin en uzun süreli ekonomi performansını göstermişken, bunu yapısal bir dönüşüm ile tamamlayıp hem niceliksel hem de niteliksel anlamda düzlem değiştirme (siz buna ülkeler liginde sınıf değiştirme de diyebilirsiniz) fırsatını zor da olsa yakalamak mümkün. Bazen para politikaları gündemi öylesine işgal ediyor, neredeyse her şey faiz ve kur mühendisliklerinden bekleniyor ki insan asıl çıkış yolunun gözden kaçırıldığından ya da unutulduğundan kaygılanıyor. Kaygının nedeni tabii ki bu yolun zorluk derecesinin yeterince özümsenmemesi ve dolayısıyla gerektirdiği oldukça zorlu eylem haritasının bir kenara bırakılması. Yine de arada bir yetkililerden ya da toplumdan gelen kıvılcımlar, umudumuzu canlı tutuyor.
 
Başlangıçta değil, süreçte gecikiyoruz
 
Aslında gerek piyasa ekonomisi, gerekse demokrasi açısından hala nispeten genç bir ülke sayılsak da yükselen ülkeler arasında oldukça avantajlı bir deneyime sahibiz. Buna rağmen ekonomide hala çarpıcı bir başarı hikayesi yaratamayışımızın gerisinde kuşkusuz karmaşık nedenler var ama herhalde tarihsel boyutu olan geleneklerimizin biçimlendirdiği toplumsal dokunun ağırlığı da az değil. Her şeyin baba simgesiyle algılanan devletten beklenmesi, bireysel ve sivil inisiyatifin yeterince gelişmemesi de bunun bir göstergesi. Özel teşebbüsün güdüklüğü sebebiyle devlet eliyle yerli sanayi oluşturmak için izlenen korumacı politikalar da bu eğilimi pekiştirmiş.
Ancak aşağı yukarı aynı şekilde başlayıp çok önümüze geçmiş ülke örneklerine bakınca problemin başka yerde olduğu belli. Üretimi yapan oldukça çeşitlenmiş bir sanayimiz olmuş ama ürün odaklı sanayi kültüründen rekabetçi ve tüketici odaklı kültüre geçiş dalgasını fark edip ayak uydurmakta gecikmişiz. 80'lerde, Güney Kore ile aynı tarihlerde, Özal yönetiminde değişim gereğini kavramışız ama bunun dışa açılma bacağına odaklanmış, fakat mutfağımızı toparlama tarafını ihmal etmişiz anlaşılan. 90'lı yıllardaki Gümrük Birliği serüveni, AB ile bütünleşme sürecinde hayal kırıklığı yaratan gelişmelerdeki terslik boyutu bir tarafa bırakılırsa, işletmelerimizi rekabetçilik ve verimlilik kavramlarıyla tanıştırma anlamında yararlı oldu. Ne var ki, katma değer ve yenilikçilik konusundaki farkındalık için 2000'li yılların ikinci yarısını beklememiz gerekti. Yani değişim sürecine çok da gecikmeden başlamış ama yolun sonunu görmekte aksamışız gibi. Çoğu zaman duyduğumuz ''Türk gibi başla, Japon gibi bitir'' sözünü çağrıştırıyor.
 
Kurallar kadar uygulayanlar da değişmeli
 
Mucizeyi hep devletten bekleme alışkanlığı, nedeniyle diğer aktörler, özellikle de reel sektör dikkat odağının dışında bırakılmış. Optimal ölçeğe ulaşmamış, saydamlık ve kurumsal yönetim standartlarından uzak, küresel rekabet gereklerine uyum göstermeyen işletmelerin sürekli teşvik beklentisi içinde olmalarının yadırganmaması bu yüzden. Uzun yıllar hedeflerin belirlenmediği, öncelikleri olmayan ve harcama bazlı verimsiz teşvik sistemleri gördükten sonra 2009'da oluşturulan ve özellikle 2012'deki revizyondan sonra gerçek anlamda bir yapısal yönlendirme karakteri kazanan yeni rejimin reel sektördeki devinime hız kazandırması beklenebilir.
 
Ne var ki sadece yasal düzenlemeler ile iş bitmiyor. Kuşkusuz ciddi bir kaynak maliyeti olan teşviklerin en fazla toplumsal yararı gözetecek şekilde özenle tasarlanması önemli. Fakat bunları uygulamada hayata geçirecek işletmelerin nasıl bir zihniyet ile, hangi paradigmalar içinde yönetildiği sonuçlar açısından daha da önemli. Sözgelişi tasarıma ve inovasyona yönelik arge harcamalarının özel sektör payının son iki yıldaki sıçramaya rağmen ancak yüzde 40'a çıkabilmiş olması yetersiz bir performansı yansıtıyor. 2023 vizyonu çerçevesinde GSMH'nin yüzde 3'üne doğru yönelmesi beklenen arge harcamalarının henüz yüzde 1'i aşamamış olması farklı bir vizyona kilitlenme ihtiyacını hissettiriyor.
 
Esnek ve vizyoner ekosistem
 
Reel kesimin dönüşmesi, aynı zamanda yeniden yapılanmayı, girişim sermayesine ve yerli-yabancı ortaklıklara erişimi kolaylaştıran bir ekosistem gerektiriyor. Daha yaratıcı, daha dinamik bir özel sektör daha esnek olmalı. Oysa TTK gibi yeni düzenlemelerden sonra şirketleşme eğiliminin hız kaybettiğini, aksine şahıs işletmelerine dönüş eğiliminin güçlendiğini görüyoruz ki düşündürücü. Değişim sürecinin yavaş olacağına, alışkanlıklardan kopmanın zaman alacağına işaret ediyor.
 
Son olarak az sayıda da olsa dünya çapında ölçeğe ve rekabet gücüne ulaşmış şirketlerimizin (bu arada müteahhitlerimizin) katma değerini arttıracak uluslararası anlaşmalar ve işbirlikleri için de üst düzey bir politika aktivitesi gerektiğini vurgulamalıyız.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019