Mulholland Çıkmazı’ndaki merkez bankaları
Günümüz neoliberal ekonomik sisteminde merkez bankaları ekonomi politikasının kavramsal yükünü tamamen sırtlamış durumdadır. Ancak maliye ve hatta kriz durumlarında devreye giren gelirler politikasıyla eşgüdümlü ilerleyemeyen bir merkez bankasının etkinliği son derece sınırlı ve yavaş olduğu gibi ekonomiye toplam maliyeti de çok yüksek olduğundan sorgulamayı da beraberinde getirmektedir.
Tüm savaşlar ve jeopolitik gerilime rağmen sağlam ABD ekonomisini enflasyon değil ancak popülist politika sonucu şişirdiği Fed bilançosu tehdit ediyor!
ABD merkez bankası Fed, geçtiğimiz Çarşamba günkü toplantısında faiz oranlarını beklenti dahilinde değiştirmedi. Başkan Powell, ne şahin ne de güvercin olmayan nötr bir konuşma yapmayı tercih ederek, faiz artırımı olmayacağı konusunda piyasaları telkin etti. Bu durum yirmi yılı aşkın süredir en yüksek seviyede bulunan politika faizi açısından piyasalara net bir mesaj gönderirken, buz dağının altındaki görünümse farklıydı. Fed’in bilançosundaki büyüklük, ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin toplamının yaklaşık olarak üçte birine karşılık gelecek kadar devasa bir boyuttadır. Onu küçültmek ise fazla hızlı olursa bir mali krize neden olabilir. İşte o yüzden son Fed toplantısında bilanço küçültme hızı (QT) Haziran ayından itibaren aylık 95 milyar dolardan 60 milyar dolara düşürüldü.
Para politikalarının etkinliği giderek daha belirsiz ve gerçeküstü bir hal alıyor…
Niceliksel sıkılaşmanın (QT) amacı parasal sıkılaşmaya destek vermek ama ne ölçüde diye bakılacak olursa Atlanta Fed’in hesaplamasına göre 2,2 trilyon dolarlık miktarsal sıkılaşmanın baz senaryoda 29bp, dalgalanma dönemlerindeyse 74bp’lık politika faiz artışına eşit olduğu; hazine bütçesine etkisi son derece sınırlı ve fakat hane halkı ve finans sistemine baskı yaratacak türden yavaş ve acılı bir ölçü olduğu görülür. Hatta Kasım ayındaki ABD seçimi düşünüldüğünde en büyük sıkıntıyı da Biden’a yaratacağı bellidir. Demek ki dünyanın en gelişmiş sermaye piyasasına sahip, süper gücünde bile merkez bankacılığının yükü ağır ve fakat etkinliği tartışılırmış.
Gelelim bizim TCMB’mize; küresel bankaların sıkılaştığı dönemde önemli ölçüde genişleyen, Haziran 2023’ten itibaren de agresif bir biçimde sıkılaşan bankamız, uzunca bir süredir tümden bir ülke ekonomisini adeta tek başına sırtlamaktadır. Üstelik kullanabileceği tek etkin silahı politika faiziyle sadece enflasyonla savaşmayıp; aynı zamanda dolarizasyon, azalan rezervler, bozulan ülke karnesi ve elbette kendi itibarı gibi konularla da mücadele etmektedir.
Fed tarafından baktığımız gibi TCMB açısından da ekonomik etkinliğe değinecek olursam; henüz başlamamış dezenflasyon süreci yani çok yüksek enflasyonla cebelleşilmesi bir tarafa Türk lirasına olan güveni yeniden tesis etme noktasında da yalnız bırakılmış durumda. Son TCMB PPK kararında sabit bırakılan faize karşılık, bankaların merkez bankasına park ettikleri munzam karşılıklara ödenen faiz arttırılarak, mevduat faizlerine destek verilmesi amaçlanmıştı. Ancak 30 Nisan tarihinde TL mevduat ve fonlara ilişkin muaf tutulan stopajlar arttırılarak, politikanın da etkinliği azaltılmış oldu.
Diğer taraftan sıkılaşan banka zarar eder. Örneğin Fed’in 2023 zararı 114 milyar dolar. 818 milyar lira rekor zarar açıklayan TCMB bilançosu noktasındaysa bir KKM ile yapılan servet transferidir söylemi almış başını gidiyor ki kesinlikle katılırım. Öte yandan şunu da sormak isterim KKM’ye ödenen kur farkı gideri servet transferi olurken; diğer taraftan artan mevduat faizleri servetin eşit bölüşümü anlamına mı gelmektedir?
Sözün özü sıkı para politikası tek başına belki enflasyonda düşüşü beraberinde getirebilirken, diğer taraftan yeni tasarruf zenginleri de oluşturmaya devam eder. Tam tersine genişlemeci politikanın ucuz kredileriyle yeni zenginler yaratıp, enflasyonu patlatması gibi. Bu fonların verimli üretim alanlarına yönlendirilemediği sonuçsa ülke ekonomisi açısından 0 toplamlı bir oyundan ibaret olacaktır.