Muhasebe kârı, ekonomik kâr, şirket değeri & sürdürülebilirlik
Başlık biraz uzun oldu ama şöyle başlayalım. Bir şirketin birincil amacı nedir? Kar maksimizasyonu? Artık öyle değil diyenleri duyar gibiyim. Firmaların yarattığı muhasebe karı tahakkuk esasına dayandığından, bir şirketin gerçek performansının bu göstergeye göre analiz edilmesi eleştiri almaktadır.
Her ne kadar halen takip ettiğimiz çoğu parametre kar odaklı ölçümlense de, doğru bilgiyi vermede sınırlı kaldığının altını çizmek gerekir. Aslında, işletmelerde finansal performansın ölçümlendiği farklı teknikler, 1900’lü yılların ikinci yarısından beri hız kazanmış durumda. Konu çok yeni olmamakla beraber, hem gelişmiş, hem de gelişen piyasalarda bu tarz yaklaşımları uygulayan işletmeler ya da analistler sınırlı. En yukarıda sormuş olduğum işletmelerin birincil amacına gelince, artık en önemli konu şirketin değer maksimizasyonu olarak finans literatürüne çoktan girmiş durumda.
Zaten mesele de bu değerin nasıl ölçümleneceği ya da yönetsel kararlar ile nasıl arttırılacağı üzerinde dönüyor. Özellikle son dönemde bizde de halka arz haberleri yaygın olmakla beraber, bu eğilimin planlandığı şekliyle yabancı yatırımcının Türkiye piyasasına girişi ile daha da çok gündemde olmaya devam etmesi kuvvetli bir olasılık. Dolayısıyla şirketlerin finansalları gitgide farklı çıkar grupları tarafından daha yakından takip edilecek bir gösterge niteliğinde.
Yaygın kullanılmıyor olsa da, bazı farklı parametrelerin tanınması ve öncelikli finansallar arasında yerini alması şirketlerin daha derinlemesine analizi için önem taşıyor. Ekonomik kar ve buna bağlı olarak ekonomik katma değer kavramları, işletmeye uzun vadeli fon temini yapan borç ve özkaynak bileşenli tüm fonlama maliyetinin – ki buna bilinen ismi ile sermaye maliyeti diyelim - ve elde edilmesi beklenen yatırılan sermayenin getirisi arasındaki farka odaklanıyor.
Bu farkın pozitif ölçümlenmesi, işletmenin ekonomik katma değer yarattığı şeklinde yorumlanıyor. Buradan da piyasa katma değerine geçiş yapılabiliyor. Bu ölçümde fırsat maliyeti kavramı da kullanıldığından, bir işletmenin değer tespiti için daha uzun vadeli yorum yapmaya olanak sağlayacak veriye ulaşılmış oluyor.
Her eğitimde mutlaka söylerim, değerleme konusu farklı senaryoların optimalde birleşmesi meselesidir. Masanın iki tarafı var. Şirketi satın alan için bütçe limitleri ön plandayken, satan ise daha lehde bir fiyata kadar teklifi yükseltmek isteyecektir. Özetle, günün sonunda taraflar bir araya gelerek senaryolar üzerinden ortak noktada buluşmaya çalışır.
Günümüzde bu tarz metodolojiler çoğunlukla kurumsallaşmayı başarabilmiş şirketler tarafından uygulanıyor. Halbuki her türlü işletme için sermaye maliyetinin tespiti, yarattığı ekonomik katma değer ve piyasa değeri tespiti konularının kurumsallaşma yönünde de önemli bir adım olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yapılan çalışmalar artık aktif getiri oranı (ROA), özkaynak getiri oranı (ROE), F/K oranı gibi popüler metriklerin mutlaka daha derinlemesine metodolojiler ile beraber incelenmesi gerektiğinin altını çiziyor. Tüm bunların yanında yeni nesil işletmeler değer maksimizasyonu için farklı stratejileri de ceplerinde taşımak zorunda.
Artık tüketicilerin de daha çok bilinçlenmeye ve hem ürünleri de hem de hisse senedi yatırımlarda daha çevreci seçimler yapmaya başladığını biliyoruz. Bu davranış modeli de yeşil işletmelerin daha çok talep görmesine olanak sağlamakta. Çevresel, Sosyal ve Yönetişim Skorlama (ESG) kavramı ise sürdürülebilirlik tespiti için önemli. Ancak bu skorlamalar son günlerin modası oldukları için değil; yapılan bu sıralamada kendini yukarıda konumlandıran firmaların hisse değerlerini de yükselttiği için önemli.
Hatta konu o kadar önemli ki sermaye piyasalarında ESG odaklı sürdürülebilir finansal ürünleri de yatırımcılar arasında hızla talep artışı yakalamakta. Dolayısıyla değer dediğimiz kavram şirketin kendi iç dinamiklerinin yanında; çevresel faktörlere olan algı, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve sosyal sorumluluk bilinci konularını da yanına çoktan almış durumda.