Minimal devlet maksimum para!
Kronik ekonomik sorunlar ve çözümsüzlük insanları bıktırınca, genel olarak ‘doğru’ diye bilinenler de önemini kaybediyor. Çaresizlik, bıkkınlık, marjinal çözümlere ilgiyi artırıyor.
Arjantin’de cumhurbaşkanı adayı Javier Milei’nin ilk turda yüzde 30 oy alması, ikinci turun en kuvvetli adayı haline gelmesi, ekonomideki marjinal çözüm önerilerine rağmen bu performansı tutturabilmesi olsa olsa bu şekilde açıklanabilir. 9 kitaplı bir ekonomi profesörü olarak rakiplerinin ‘bağımsız merkez bankası’ vaadlerine, ‘merkez bankasını yok etmek’le karşılık veren bir fenomen.
Daha da ileri götürüp merkez bankasını havaya uçurmaktan, bunu da bir törenle halka izlettirmekten söz etmesi; marjinal çıkışı, daha da uçuk bir hâle getirse de, demokrasilerde son sözü halk söyleyeceğine göre, ekim ayını beklemek gerekecek. Bu arada Arjantin’in milli parasını ortadan kaldırıp dolara geçmeyi taahhüt ettiğini de unutmayalım. Yani Arjantin Merkez Bankası’nın para basmasına da ihtiyaç olmayacak. Devleti aşırı küçülterek, aşırı özgürlükleri savunarak enflasyonu düşürmek mümkün olabilir mi?
Her türlü bilinen reçeteye rağmen, kronik yüksek enflasyondan kurtulamayan bir ülke için muhtemelen denenmesinden zarar gelmeyecek bir formül olabilir. Ancak iş milli paradan ve merkez bankasından vazgeçmeye gelince, damarlarımızda akan kanın biraz daha hızlandığını hissediyoruz. Sakinleşip biraz daha düşündüğümüz zaman aslında dünyada birçok ülkenin böylesine bir çözümü çoktan benimsemiş olduğunu da görüyoruz. Çok da uzağa gitmeyelim. Uzun yıllardır eşiğinde olduğumuz AB’ye girmiş olsaydık, para birimimiz euro olacaktı.
Euro alanındaki ülkelerin merkez bankaları henüz dinamitle havaya uçurulmadı, herhalde dolaşımdan kaldırılan eski paralarını da basmıyorlar. Muhtemelen Avrupa Merkez Bankası ile uyumlu bazı görevleri yerine getiriyorlar. Sonuçta biz Gümrük Birliği’nden üyeliğe giden yolda ilerleyebilseydik, üye olabilseydik, bugün ürkütücü gelen bir fikir gerçekleşecek, TL kullanmıyor olacaktık. Üstelik AB her ülkeyi Euro Alanı’na da almıyor.
Bazı koşulların, taa 1993’te Maastricht Kriterleri olarak belirlenen bu koşulların yerine getirilmesini istiyor. Neydi bunlar? *AB’de en düşük enflasyona sahip üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ortalaması ile ilgili ülke enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir. * Üye ülkenin devlet borçlarının GSYH’sine oranı yüzde 60’ı geçmemelidir. * Üye ülkenin bütçe açığının GSYH’sine oranı yüzde 3’ü geçmemelidir.
*Herhangi bir üye ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı alanında en iyi performans gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır.*-Son 2 yıl itibarıyla üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalıdır. Biliyorsunuz bu hedeflere zaman zaman biz de atıfta bulunuyoruz. Hatta Bakan Mehmet Şimşek 6 Temmuz’da “Programımızın üç temel bileşeni var” diyerek, ilkini “Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi … bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir hale getirilmesi.” olarak açıklamıştı.
Yani atacağımız ekonomi hedefli adımlara prestij kazandırmak için Maastricht kriterlerine uyumlu olduğumuzu belirtmeye devam edebiliyoruz. Bu koşulların yerine getirildiğini ve euro kullandığımızı varsayalım. Artık istediğiniz kadar para basma şansınız kalmıyor. Faiz oranlarını da sizin belirlemenize gerek kalmıyor. Herhangi bir ekonomik kriz durumunda devreye ‘parasıyla’ AB yönetimi de giriyor. Hatta Yunanistan örneğinde olduğu gibi IMF de geliyor.
Enflasyon, borç, faiz, açık, enflasyon ve devalüsyon, gelişmişlerin arasına girmek için ön koşullar arasındaysa, kriz halinde yapılacaklara ilişkin reçete de çoktan yazılmışsa, bu alan bir parça siyasetin alanı dışında da kalıyor ve siyasi rekabetin dozu da düşüyorsa…Kabul ediyorum; bir tür ‘bağımsızlık kaybı’ bunalımı yaşamak kaçınılmaz olabilir. Ancak enflasyon düşer ve satın alma gücü artarsa bunca Avrupalı gibi, Arjantinliler de bu duyguyu dengeleyebilir gibi geliyor. Bilmem siz ne dersiniz?