Millennials (Y Kuşağı)
Millennials 1980-2000 yılları arası doğan, başka bir deyişle Y Kuşağı denilen nesil. Geçtiğimiz aylardaki bazı yazılarımda, bu nesle, özellikle bu neslin genç kesimine değinerek, yeni bir nesil yetiştiğini, bu neslin bizim nesle benzemediğini, ileride bu nesle mensup elemanları işe alarak çalışacak işverenlerin düşünmeleri gereken şeylerle bu nesilden yöneticilerle çalışacak olan kişilerin bilmesi gereken şeylere değinmiştim. Yazılarım daha çok bu yeni nesli eğitmekle yükümlü sistemin ne denli yetersiz olduğu konusuna yoğunlaşmıştı. Özetle ellerinde kendi kendilerine öğrenmelerine neredeyse sonsuz imkan veren aletler tutuşturulan çocukları, bırakınız ilk ve orta eğitimi, üniversitelerde de, diferansiyel denklemler gibi bir kaç konu hariç, bugünkü eğitimle bu asırda işe yarar insanlar olarak yetiştirmek olacak iş değil demiştim. Bu yazımda kanımca esas konuya değinmek istiyorum. O da sadece bu kuşağın değil her kuşağın sahip olması gerek bir özellik.
Ellerine yapışık akıllı telefonlarıyla her şeyi araştırma, herkesle iletişim kurma olanaklarına sahip nesil önceki kuşakların garibine gidiyor. Son on yıl ve önümüzdeki on yıl iş gördüreceğimiz, işini göreceğimiz nesil bu. Kendilerini Internetsiz kayıp, SMS’siz dilsiz, ekransız kör ve kulaklıksız sağır sanan nesil önceki nesilleri öfkelendiriyor.
Benim iki erkek torunum var. Büyüğü 14 küçüğü 12 yaşında. Kendilerine has dünyaları olan insanlar. Benim gibi yetmişini geçmiş insanların bu dünyada yerleri yok. Bakıyorum bu yaşlarda çocukları, torunları olanların söyledikleri hep aynı. Ben de aynı şeyleri söylüyorum. Her anne-babanın, dedenin-anneannenin söylediği şey olay olmuyor ama bunu başka biri ‘bilimsel!’ otoriteyle söyleyince olay oluyor. Adamın soyadı Sinek. Adı Simon. Internet’te yayınlanan söyleşisini 50 milyon kişi tıklamış. Gazeteler, dergiler Simon, Simon diye ünlüyor. Kimi “Haklıdır. Ne demeli?” diyor, kimi “Saçmalıyor” diyerek eleştiriyor. Ben adam haklı mı haksız mı bilmem bildiğim ben torunlara öfkelendikçe millet gülüp geçiyor, torunlar hiç takmıyor ama bu sözleri Simon Sinek söyleyince söyledikleri elden ele geçiyor.
Simon Sinek genç biri. Diyor ki Y neslinin bir kabahati yok. Bu duruma gelmeleri kendi tercihleri değil. Yani diyor ki bu nesil sorunlu, sorunlu olmalarının nedeni de onlar değil. Bu insanlarla çalışacak, onların altında çalışacak insanların bu sorunları iyi anlamaları gerektiğini söylüyor. Simon Sinek’e göre bu neslin bir sürü sorunu var.
En çok sıraladığı sorunlar şöyle:
1) Düşük seviyelerde öz-saygı (self-esteem);
2) Yüksek düzeyde bencillik (self-absorbed);
3) yüksek seviyede öz-severlik (narcissism);
4) Hak-iddialı (istedikleri şeylerin aslında hakları olduğu iddiasında olmak, entitled);
5) Sosyal medya bağımlısı;
6) Dengesiz ilişkiler içinde;
7) Bir işte sebat edemeyen, işten işe koşan (job-hopping) ve,
8) Sabırsız.
Aman Allah’ım düşünsenize işe alacağınız adam veya patronunuz büyük olasılık bir psikopat. Öz saygısı olmayan, bencil, narsist, güvenilirliği az, sabırsız, ilişki kurmayı beceremeyen, elinde akıllı telefonuyla verin, benim hakkımdır diye ortalarda dolaşan biri. Bırakınız işe almayı veya emrine girmeyi, bu adam ilk görüldüğü yerde kırmızı araba çağrılarak, eskilerin deyimiyle, Mazhar Osman’ın1 müşfik himayelerine gönderilmeli. Sinek benim gibi öfkeli dedeleri dinlemiş ondan sonra da her becerikli hatip gibi oturmuş bir konuşma hazırlamış. İşletmecilik deyimiyle bir pazar bulmuş, bu pazarın bir özelliğini görmüş: “bozuk çalmak.” Anneler-babalar çocuklarına, dedeler-anneanneler torunlarına yani bir sonraki nesiller önceki nesillere ‘bozuk çalıyorlar’. O da “Haklısınız. Bu adamlar sorunlu ama bu onların kabahati değil” diyor. Diyor ama “Kabahat kimdeyse kimde bunca psikopatı biz ne yapacağız?” sorusuna cevap vermiyor. Zaten bir kere Sinek’in tezlerinin bilimsel bir temeli yok. Genel ‘bozuk çalma’ eğiliminden bir tez üretmiş hepsi bu.
Ancak Sinek’in gözden kaçırdığı veya söylemediği önemli bir şey var. O da bu neslin kendi kendine öğrenme olanaklarına sahip olduğu. Yani Y kuşağı ile ilgili sorun artık ‘öğrenmek’ veya ‘öğretmek’ değil ‘neyin öğrenileceğini, neyin yapılacağını’ anlatabilmek. Neyin öğrenileceği veya neyin yapılacağı anlatıldıktan sonra öğrenmek ve yapmak Y nesli için daha kolay. Zor olan hala zor. Öğrenmeye ve yapmaya niyetli adam bulabilmek. Y Kuşağı bu konuda diğer kuşaklara oranla daha mı hazır bilmiyorum. Öğrenmeye ve yapmaya niyetli adamlara “Şunu öğren veya şu yapılacak” demek yeter. Bu tür insanlara Garcia’ya mektup götürecek adamlar deniliyor. Bir örnek vereyim. Diyelim ki dış ticarete heveslendiniz. İşletmenizde dış ticaret işlemleri konusunda bilgi sahibi elemanlara ihtiyacınız olacak. Ya dışarıdan, öz geçmişinde filankeş şirkette dış ticaret müdürü olarak çalışmış yazan birini işe alacak ve onun Garcia’ya mektup götürecek biri olduğunu umacaksınız ya da bu kişiyi şirket içinden, büyük olasılık, Y kuşağından aynı özellikte birini bulacaksınız. Eğer bu kişiyi bulursanız ona söylemeniz gereken tek şey “Kardeşim dış ticaret yapacağız hazırlan.” Yani, diyeceğim o ki ister X nesli ister Y nesli önemli olan insanların Garcia’ya mektup götürmeye olan kararlılıkları. Y nesli için Garcia’ya mektup götürmek kolay. Zor olan bu mektubu götürmeye niyetli adamı bulabilmek. Bu her zaman zordu. Y nesli bunu değiştirmiş değil.
Şimdi bu mektup hikayesi nedir diye merak edenler vardır. Eski hikayedir ama özetlemeye çalışayım. 1899 yılında Amerikalı gazeteci Elbert Hubbard “Philistine” dergisinde “Garcia'ya Mektup” adlı bir makale yayınladı. Makale Amerika, Rusya ve Japonya’ya yayıldı. Yöneticiler ve komutanlar mektubu çalışanlarına dağıttılar. Rus- Japon savaşında Rus komutanları esir aldıkları her Japon askerinin cebinde bu mektubu buldular. Kopyalayıp kendi askerlerine dağıttılar. ABD deniz Kuvvetleri Birinci Dünya savaşından önce tüm mensuplarına dağıttı.
Dünyanın en çok okunan makalesi olduğu ileri sürülen bu makale şunu anlatıyordu: Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba'daki isyancıların önderi Garcia'ya bir haber göndermek ister. Garcia, hangisinde olduğu bilinmeyen Küba dağlarından birinde ve nerede oldukları bilinmeyen onlarca sığınaktan birinde saklanıyordur. Garcia’ya bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler başkana bunun ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirirler. Başkan çaresiz kalır. Çözüm “Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş vardır. O bu işi yapar” diyen çevresindeki subaylardan birinden gelir. Rowan çağrılır. Kendisine, Garcia'ya gönderilecek mektup uzatılır ve “Bunu, Garcia'ya teslim edeceksin” denilir. Rowan mektubu alır ve üniformasının yanındaki deri kesenin içine koyar. Sonra Başkan'a ve komutanlara selam vererek odadan çıkar. Ne “Garcia nerede?” diye sorar, ne de “Garcia kim?” der.
Küba’ya gider ve mektubu teslim eder.
Bence Y nesline psikopatlık yakıştırmak yerine onların Garcia’nın mektubunu ona ulaştırmak sorumluluğunu almaya eğitilip eğitilmediklerini incelemeliyiz.
Tıpkı daha önceki nesillerde olduğu gibi.
Zafer ve Kurban Bayramınız Kutlu olsun ve
Sağlıcakla kalın
-----------
(1) Gençler bilmeyebilirler Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman, ruh ve sinir hastalıkları uzmanıydı. Türkiye'de ilk modern ruh sağlığı hastanesi olan Bakırköy’deki hastaneyi kuran Türk hekimine atfen akli dengesi bozulanlar için “Mazhar Osman’a havale” denilirdi.