Milenyum Kuşağı Demokrasiye kuşkulu
Roberto Foa/ Melbourne ve Yascha Mounk/Harvard tarafından Journal of Democracy’de yayınlanan “Dağınıklık İşaretleri” (Signs of Deconsolidation) başlıklı araştırmadan çıkan temel sonuç: Demokrasiye inanç, en demokrat bildiğimiz ülkelerde bile azalma eğiliminde...
Akademik bir dergide yayınlanan bu makaleyi The Economist, dünya kamuoyunun “anlayacağı” dile çevirdi. Şıp diye anlaşılacak grafiklerle özetledi. Sonra makaleyi Dünya Ekonomik Forumu da değerlendirdi: Avrupa’daki 7 önemli ülkede, 1980 sonrası doğanların çoğunluğunun, demokrasiye olan inançlarını kaybetmeye başladıklarını söylüyor. Bu ülkeler İngiltere, Almanya, Hollanda, İsveç, İspanya, Romanya ve Polonya. Makalede başka önemli saptamalar da var, ama konuyu en özetleyeni Milenyum Gençliği denilen, şimdi 30’lu yaşlarında olan, profesyonel hayata atılmış yaş grubunun bu kötümser değerlendirmesi.
(journalofdemocracy.org)
Avrupa’da ilk cumhuriyet
Seçim sistemlerinden kaynaklanan teknik sorunlar, siyasetçilerin, halkı “ne kadar” temsil ettiğine yönelik kuşkular, demokrasi “sorununu” çözdüğü varsayılan ülkelerde bile sürekli tartışma konusu.
Oysa, temsiliyet konusunu Venedik Cumhuriyeti (726 – 1797) çok karmaşık bir sistemle çözmüştü. Burası, ismini şehirden almakla birlikte, en etkili çağında, İtalya’nın kuzeyinde Po Ovası’ndan bugünkü Hırvatistan’ın Dalmaçya kıyılarına, daha aşağılara kadar egemendi.
Cumhuriyet denilmesinin nedeni, Doge (Türkçede Dük) ünvanlı devlet başkanının, gayet karmaşık bir sistemle seçilmesiydi. Avrupa’da seçim diye bir şey bilinmezken Venedik’teki devlet başkanlığı seçimine, “oy hakkı olan seçmenler” katılabiliyordu. Avrupa’da krallar “Tanrı adına yönetici” olarak görülürken, bu mutlakiyetin tartışılması akla bile gelmezken Venedik, seçimle işbaşına gelen Dük ve Meclisi tarafından yönetiliyordu.
Venedik usûlü seçim
Seçime katılma hakkı olanların arasından kura ile 30 kişi seçilir. Bunlar, kendi aralarından 9 kişiyi kura ile seçerler. Bu 9 kişi, 40 kişilik yeni bir liste seçer. Bu liste yeniden 12 kişiye indirilir. 12 kişi 25 kişilik yeni bir liste seçer. Bu liste 9’a indirilir. 9 kişi, yeni bir 45 kişiyi seçer. Bu liste 11’e indirilir. Sonuçta 11 kişi, 41 kişiyi seçer. Dük’ü seçen, işte bu 41 kişidir.
Bilmece gibi seçimin ayrıntıları, özetinden çok daha ilginç. Ama buna yerimiz yok. Bunca tuhaf, gerçeküstü bir seçim sisteminin gerekçesi şu: Yönetimde kimse kimseyi kayıramasın. Kimse, kimsenin “adamı” olamasın. Akrabalık, çıkar ilişkisi olamasın. Kimsenin hakkı kimseye geçemesin. Layık olan, yönetim görevinde yer alsın. Seçilen Dük, kendisini kimseden üstün göremesin. Dük, makamının gerektirdiği saygıyı, gösterişi, prestiji yaşasın ama asla “ben liderim” diye ortaya çıkamasın. Öyle ki, Dük’ün yabancı temsilcilerle kendi başına görüşme hakkı yok. Karısına yazdığı mektuba kadar imzaladığı her belge denetlenir. Hediye olarak sadece çiçek, gülsuyu, tatlı baharat, reçine kabul edebilir. Dük, özgür değildir. Çünkü o, seçmenlerin bir görevlisidir sadece.
İdam edilen tek Dük
726’dan 1797’ye kadar görev yapmış 120 Dük’ün tabloları Dükler Sarayı’nda asılı. Sadece bir tanesinin üzeri siyah şalla örtülü. Bu, 1354-55’te Dük olan Marino Faliero’nun tablosu. Faliero, yetkilerini kötüye kullandığı, bir hükümet darbesi planladığı gerekçesiyle idam edilmişti. Bu nedenle tablosu karartıldı. Bir devlet başkanının, bu gerekçeyle idamı Avrupa’da bir ilkti.
Bu tuhaf ama adil seçim sistemi 1797’de bitti. Çünkü Napolyon, bütün Avrupa’yı istila ederken Venedik Cumhuriyeti de silindi. Önce Fransa’nın, sonra altı ay içinde Avusturya’nın “toprağı” oldu. Ama Venedik’in bin küsur yıl süren cumhuriyet uygulaması, Avrupa’da demokrasi, seçmenlik, temsiliyet, bir kişiye bir oy hakkı, meşruiyet, seçim sistemleri tartışmalarına temel oluşturdu. Oyun kutsallığı, gizli oy-açık sayım gibi ilkelerin temelinde, bugün artık hatırlanmasa bile bu bin yıllık deneyim yatıyor. Acaba bu deneyim, Milenyum Kuşağı’na demokrasiyi sorgulatan sorunlara yenilikçi çözümler sağlayabilir mi? Konuya haftaya devam...