Miktarsal gevşeme bizi de gevşetiyor!
Bu hafta Merkez Bankası'nın döviz alımlarını artırmasıyla birlikte TL beklenenin aksine değer kazanmaya başladı. Tabii ki, TL'nin değer artışında asıl etkili olan doların aynı günlerde Dünya'da değer kaybetmesiydi. Ancak, MB'nin döviz alım miktarını artırma kararının yarattığı duyuru etkisinin (announcement effect) de bu değerlenmede bir ölçüde payı var. Piyasa oyuncuları "MB döviz alımını artırdığına göre Türkiye'ye döviz girişi konusunda son derece iyimser olmalı" şeklinde düşünebilirler.
Esasında bu iyimserliği körükleyen ve aynı zamanda doların zayıflamasına yol açan olgu ABD'de miktarsal gevşeme (QE) adı verilen parasal genişlemenin artarak devam etmesi kararının alınmış olması. Küresel kriz sonrasında döviz girişlerinin artmasının altındaki en önemli sebep Batı ekonomilerinin para politikalarında görülen çok yüksek boyutlu gevşeme oldu. Politika faizleri neredeyse sıfır noktasına çekilirken, son çare olarak da piyasaya bol miktarda para sürülmekte. Tabii ki, bu paraların bir kısmı da Türkiye gibi göreceli olarak faizleri yüksek olan ve nisbeten istikrarlı ekonomilere yöneliyor.
İMF'nin dün yayınlanan Türkiye ile ilgili revize tahminlerine göre 2010'da cari açık oranının %5.2 (yaklaşık 38 milyar dolar) ve 2011'de %5.4 olması bekleniyor. Hatırlarsak, Türkiye'nin cari açık oranı 2004-2008 yılları arasında %6'lara kadar çıkmış, ancak aynı dönemde büyüme hızı da %9.4'ten %0.7'e gerilemişti. Zaten İMF de 2011 büyüme oranı tahminini biraz yükseltmekle birlikte %3.6 gibi oldukça düşük sayılabilecek bir seviyede tutmuş. Özellikle son dönemde cari açığın finansman kalitesindeki zayıflama da dikkate alındığında, bu kadar yüksek cari açığa rağmen böyle göreceli düşük bir büyüme oranı sağlıklı bir duruma işaret etmiyor. Türkiye'nin "sürdürülebilir" yüksek oranlı bir büyüme ortamı sağlaması için, mutlaka cari açığını belirli bir dengede tutabilmesi lazım. Devamlı artan cari açıklarla bu ülkenin bir "stop-and-go" ekonomisi olmaktan kurtulmasına imkan yok. (MB'nin rezerv artırması belki bir döviz krizi çıkmasını önleyerek frenin şiddetini azaltabilir, ancak Türkiye'nin düşük büyüme sürecini olumluya çeviremez.)
Ayrıca "miktarsal gevşeme" ilelebet sürecek bir politika değil. Bir noktada Batı ekonomilerinde faizler artmaya, verilen likiditeler geri çekilmeye başlanacak. Ancak o gün geldiğinde Türkiye Dünya pazarlarında ne kadar rekabetçi bir konumda olabilecek? "Yüksek cari açık + değerli TL"ye dayalı büyüme stratejisinde ısrar edilirse, sanayinin ithalat bağımlılığının artması ve ihracat reflekslerini kaybetmesi, gelen fonların gittikçe katma değeri ve verimliliği düşük sektörlere kanalize olması şaşırtıcı olmayacak. Bu yapının devam etmesi durumunda Türkiye'nin 5-10 sene içerisinde bugün patlamış bir emlak sektörü ve düşük bir rekabetçi yapıyla başbaşa kalmış İspanya'nın durumuna gelmesi çok mümkündür. Ancak İspanya nihayetinde belirli bir gelir seviyesinin üzerine çıkmış AB üyesi bir refah toplumudur. Belki bugün ciddi sıkıntı içerisindedir ancak bu sıkıntılar ülkenin temelini tehlikeye sokacak sıkıntılar değildir. Beş sene sonraki Türkiye için aynı şeyler söylenemeyebilir.