Mevlana'yı "sözde" değil "özde" yaşasak…

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin ve ezberlerin bakış açımızın sınırlarını daralttığını biliriz. Bakış açımızın kapsama alanı, "fırsat ve tehlike" algımızın çeperlerini de belirler. Bakış açısı, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamın kolaylaştırmaya dönük bütün üretim etkinliklerinin en önemli girdisidir.
Bakış açısı, yaratmak istediğimiz sonuçların niceliğini belirlediği gibi, niteliğini de belirler.
Bakış açımızın netliği, "iç tutarlılığın gereği" olan özümüz, sözümüz ve davranışlarımız arasındaki dengelerin kurulmasını kolaylaştırır.
"İç tutarlılık" saygın olmanın ve güven yaratmanın olmazsa olmazıdır. Özümüz sözümüze, sözümüz davranışlarımızla uyumlu değilse başkalarının saygısını kazanamaz ve kimseye ilham veremeyiz. Sözle anlattıklarımız, yaşam biçimiz ve yaşam tarzlarımızla örtüşüyorsa saygı duyulan ve ilham veren kişi olabiliriz. Sözlerimizle davranışlarımız arasındaki makas açılıyorsa, bize duyulan "güven" aşınır; "itibarımız" zedelenir.
Mevlana kültürümüzün önemli bir simgesi… Mevlana'yı anlatmamız, bir sonraki nesillere aktarmamız önemli ama daha da önemlisi Mevlana'nın öğütlerini bir yaşam biçimi, yaşam tarzı ve yaşam zenginliğine dönüştürebilmedir.
Yüksek sesle, Mevlana'nın "Gerçek dostu olanların aynalara ihtiyacı yoktur," sözünü haykırdığımız zaman, bizi doğruya, güzele, yararlıya götüren yokuşun merdivenindeki ilk basamağa adımımızı atmış oluruz… Bu ilk adım, kendi aklımıza aşırı değer verme yerine, ortak aklı öne çıkarma niyetimizin göstergesi olabilir. Aynı zamanda, tek tip düşünce yerine, çoklu düşüncenin erdemini kavradığımızın göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Daha da önemlisi "güç kullanma ilkesine" uyacağımızın işareti sayılabilir.
Attığımız her adımda, gücümüzün sınırlarını hesaplamıyor; gücümüzü kullanmanın zamanını doğru değerlendirmiyor ve gücümüzü kullandıktan sonra bize nasıl döneceğini sorgulamıyorsak; padişah iradesi gibi buyuran , tek tip düşünceyi öne çıkaran, baskının yarattığı sessizliği "istikrar" sanan bir yanılsamanın rüzgarına kapılabiliriz. İnsanlığın ortak birikimi, kendi yanılmazlıklarına inananların yarattığı yıkım, kıyım ve yok etmenin çirkin mirası ile doludur.
Çevremizde "…hikmet buyurdun" diyenler çoğalıyorsa, "…eksik ve yanlış yapıyorsunuz" diyebilenler azalıyorsa, Mevlana'nın çağlar ötesinden bugüne haykırdığı, "Gerçek dostları olanların aynalara ihtiyacı yoktur" uyarısı anlamını yitirir.

Mevlana, Asya içlerinden Konya düzlüklerine uzanan aile serüveninin çileli örslerinde dövülerek kristalleşmiş düşüncelerini şöyle aktarır:

Ey yüce kitabın örneği insan
Sende yansır bu alemi yaratan
Her şey sensin, yer gök senin içinde
Sen kendinde ara her ne ararsan

Durmaksızın başkalarından yakınan, kusuru kendi dışında arayan," Başkalarının gözündeki çöpü görüp, kendi gözündeki merteği görmeyen" bir anlayışın tutsağı olanlar; Mevlana'nın sözlerini "sözde" yinelese de "özde" yakınından bile geçemez…
En büyük erdem Oz'un dediği gibi, "Eli boş dönülmeyen tek yolculuk olan içimize yaptığımız yolculuklardır". İçimize yolculuk yapacak özgüvenimiz yoksa, çevremizin egomuzu şişirmesine fırsat veriyorsak ; bir süre sonra "akıl gözümüz" iyice körleşir. O zaman kendi şeytanımızla baş edemez, şeytanımızın "kuklası" olmaktan kurtulamayız.
Bilmeden, belge ve bilgisini ortaya koymadan, inandırıcı ve meşrulaştırıcı gerekçelerini üretmeden uluorta değerlendirmeler yapıyorsak, Mevlana'nın yanından teğet bile geçmeyiz…Değil O'nun yolundan yürümeyi, o yolun ışığını bile göremeden zihinlerimizin yarattığı karanlığımıza gömülür; kin ile öfkenin tutsağı haline geliriz.
Kin ve öfke, insan yüreğine yük, kafasına gölgedir.
Kin ve öfke, "biz ve öteki" diye ayırımcılığın motor gücüdür.
Kin ve öfke, çatışmacı bir dil yaratmanın besin kaynağıdır.
Kendini kininden ve öfkesinden bağımsızlaştıramamış, her yerde, her konuda , her sorunda ilkesiz "üstün olma tutkusunun" cazibesine kaptırmış olanların Mevlana'yı dillerine dolamış olmaları, o yüce insandan bir "çıkar" sağlamak içindir; böylesi bir tutum; Mevlana'ya yapılan saygısızlıktır.
Mevlana'ya saygı "kolay yolları" seçme değil; zor olan içimize yolculuk yapmadır…
Zor olan kendimizi sorgulama, kendimize ince ayarlar yapabilmedir. Önemli olan da "zoru başarmaktır". Başkalarını suçlayarak rahatlama, her insanın yapabileceği bir iştir. Başkalarını suçlama yolu, hiçbir yetenek gerektirmeyen sığlık ve kolaycılıktır.
Mevlana çağların ötesinde bize olanca aydınlığı ile seslenir:

İki yol var her insanın önünde
Kolayını arar gelenekte, dininde
İçindeki sese kulak verirse eğer
Farklı anlam bulacaktır derinde

Durup, kimsenin bizi gözetlemediği, denetlemediği, mahalle baskısı altında tutmadığı ortamlarda kendi kendimizi sorgulayan düşünce derinliğiyle "yüreğimizdeki boşlukları" yakalamalıyız. Boşlukları dolduracak öngörülerde bulunmalı ve önlemler almalıyız. Öngörme ve önlem alma yetisi, insanı diğer canlılardan ayrıştırır.
Düşünce özgürlüğü ile inanç özgürlüğü sınırlarını net biçimde çizmemiş bir insan, büyük bir olasılıkla kolaycılık tuzağına yakalanır. Zor ama, uzun soluklu yollardan biri olan "içimizdeki sese kulak vermeyi" başarabilme, öncelikle kendimizi aşmayla mümkün… Kendimizi aşabilmenin ilk adımı, inanç ve düşünce özgürlüğünün alanlarını belirleme, sınırlarını çizme, ilkelerin kalesinde kendimizi güven altına almadır.
Hiper bağımlılıkların yaşandığı günümüz dünyasında, insanların canlarını koruma, akıllarını sağlıklı tutma, nesillerini sürdürme, mallarına sahip çıkma ve kültürlerini yaşatma için birlik ve beraberlik ihtiyacı hızla yükseliyor.
"Varlıklı olmanın", özellikle de "var olmanın" gerek şartı, "İnsanın olduğu yerde hiçbir şeye şaşma" diyen kadim Afrika insanının atasözünü rehber edindiğimizde bizi, bazı kutsal kitaplarda yer alan " Zayıf olmak günahtır" inancına götürür. Böyle bir inanca "aşırı değer" yüklediğimiz zaman, insan olmanın temel sabitlerinden biri olan "aşırı ve noksan değerlendirme yapmayın denge kurun" ilkesine ters düşürebilir.
Evrimin çok temel kurallarından birine göre, "yalnızca çıktısı girdisinden daha yüksek olan davranışların evrilmesi mümkündür". Çıktısı girdisinden fazla olmayan olgular, birikim yeteneğini koruyarak uzun dönemli geleceğini güven altına alamıyor.
Mevlana düşüncesinin özü, maddi ve kültürel zenginlik üreterek, üretileni adil paylaştırarak, birbirimiz hak ve çıkarlarına saygılı davranarak, barışçı bir ortamda yaşamadır. Birlik ve dirlik olmadan mutlu ve zengin bir yaşam olamaz. Mevlana'nın bugün çok ihtiyacımız olan "birlik ve dirlik" için söylediğini can kulağı ile dinlemeliyiz ve içselleştirmeliyiz:

İlk yaratılışta sen, ben hep birdik
Gizli, açık hep O'nda birleşirdik
Sevenlerin ayrı kalması haram
Yaratılmışların yasası: BİRLİK

Birlik yerine ayrılığı, hoşgörü ve uzlaşma yerine ayrışma ve çatışmayı besleyen insanların Mevlana ile doğrudan da dolaylı da ilişkisi olamaz…Öylesi tutumu olan insanların dillerindeki Mevlana, sadece o yüce düşünce insanını kendi küçük yararları için "kullanma aymazlığı" olabilir.
Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma sevdasına düşememiş olanlar, "insan biraz da başkaları için yaşadığı zaman insandır" özdeyişini sözden hayata taşıyamaz; Mevlana'nın öğütlerini hayata taşıma fırsatı yakalayamaz.
Maddi ve kültürel zenginlik üretme sevdası eksiksiz olmalı, eksiksiz…
Makamlar, mevkiler, varlıklı olma "insan olmanın" güvencesi değil. Varlıklı olma değil "var olmanın" peşinde olmalıyız. İnancımızın özü, insan yaşamını kolaylaştırma olmalı. Mevlana düşüncesinin özünden kaçarak, sapmaların peşine düşenler "muteber adam olabilir ama muhterem insan" asla olamaz…
İnançtan düşünceye geçmemiş, aklını başkalarına emanet etmede bir sakınca görmeyen insanların Hayyam ya da Mevlana'dan hangisine ait olduğunu net bilmediğim şu sözleri anlamasına imkan var mı?

Yaldızı altına yeğ tutan deli
Eyerinden ucuz at var bellemeli
Aşk meyhanesine girmeyen sofu
Bilmez bu meyhane dinin temeli

İşin temelini, özünü kavramayanlar; akıllarını bir inanca, bir ideolojiye, yerleşik bir doğruya, saplantılı önyargıya, ezberlere emanet edenler net bilgi sahibi olmadıkları için bir uçtan ötekine savrulur…
Akıl, kimseye emanet edilemeyecek kadar değerli bir varlığımızdır.
Tek başına akıl ise yetmezliği yanında, tehlikelidir: "Akla nazar değmez!" diyen atasözünü hiç akıldan çıkarılmamalıyız. Egomuzu en kolay şişiren şey, hepimizin aklımıza olan aşırı güvenidir. Ayrıntı bilgisiyle genel eğilimler arasında denge kuramayan düşünceler yollarımıza tuzaklar döşer… Tuzaklar, sofulukla inancın temelini karıştırmış olmamızda saklıdır.
İnancın temeli gösteriş değil, mütevazı olmadır…
İnancın temeli, cehalet değil, işimizi çözecek bilgiye sahip olmadır…
İnancın temeli, sadece kendimizin değil, insanlığın doğrularına uygun bir yaşam tarzı ortaya koymadır…
Düşüncenin temeli de, bize söylenenleri körü körüne benimsemek değil, akıl süzgecinden geçirerek kendi seçimlerimizi yapabilmedir.
Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştıran inancın temelinde işbirliklerine ve ortaklıklara açık olma vardır.

Dünyamız her gün değişiyor; yeni yapılar oluşuyor; yeni işlevler ortaya çıkıyor ve davranışlarımızı yönlendiren yeni kültürler sentezliyoruz. Bu " yaratıcı yıkıcı süreci" çağlar ötesinde gözlemleyen Mevlana sesleniyor:

Her gün bir yere göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
Dünle beraber gitti cancağızım
Ne kadar söz varsa düne ait:
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım

Yeni şeyler söyleyebilmek için zamana kıyarak, araştırarak, öğrenerek, bilgilerimizi kirleten etkenleri ayıklayarak adlandırma, kavramlaştırma, düşünme ve davranış gereklidir.
"Bugünün çamaşırını dünün güneşi ile kurutamayacağımızı" söyleyen atalarımızı acaba iyi anlayabiliyor muyuz? Fırsat bulduğumuzda, " Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma" diyen altın kuralı unutabiliyoruz. Aklımızı ve enerjimizi geçmişin durağan bilgilerine saplayarak, asıl önemli olan gelecek inşa etme konularını arka plana atmada hiçbir sakınca görmüyoruz.
Kendimize ayna tutmasını bilmeden Mevlana'yı dilimize dolamanın değeri de yok; anlamı da… Kendine ayna tutamayanlar "mumu yatsıya kadar bile yanmayanlardır" .
Kendine ayna tutmayanları en güzel bakışları ele verir…
Gözler hiçbir zaman yalan söylemez.
Büyük insanlık birikiminin izini süren bir kültür insanı olan Mevlana şöyle uyarır:

Gerek yok söze, lafa, beyana
Bir bakış bin söze bedeldir; bakıştan anlayana…

Bakışını kontrol edemeyenler davranışlarına da kontrol edemez… Sevgiyle, gülen gözlerle, gözlerimizi kırpmadan birbirimizin gözünün içine bakabilmedir insan gibi insan olma….
Kimilerine göre Mevlana'nın, Nuri Şimşek'e göre 1368'de Mevlana'dan 200 yıl önce yaşamış Horasanlı Sufi Ebu Said Ebul Hayr ya da Eflauddin Kaşani'nin olduğu ileri sürülen öğütleri alıcı bir ruhla dinleyelim:

Eğer, "Sevgide güneş gibi olamıyorsak"…
Eğer, "Dostluk ve kardeşlikte ırmaklar gibi akamıyorsak"…
Eğer, "Hataları gece gibi saklayamıyorsak"…
Eğer, "Tevazuda topraklar gibi " cömert değilsek…
Eğer, "Kin ve öfkemizi ölü gibi" ya da "Eyüp Peygamber sabrı" ile dizginleyemiyorsak…
Mevlana'nın hiçbir sözünü ağzımıza bile almamalıyız…
Gelin Mevlana'yı can kulağı ile dinleyerek, ikiyüzlülüğün ayıbını yaşamayalım…Tutarsızlığın batağına saplanmayalım…Önemli olmanın tuzağına düşmeyelim; değerli olmanın bedelini ödemeye hazır olalım….

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar