Mevlânâ ve kuram
Alan uzmanlığını kanıtlamış, bilgisine güvenilen, ilham veren ve saygı uyandıran hangi bilge kişiyi okusak; doğrudan ya da dolaylı "kuramın önemi" üzerine bir değerlendirmesine rastlarsınız. Kuram o denli önemli bir araç olduğu halde, özellikle gelişmekte olan toplumların insanları tarafından küçümsenir.
Profesyonel iş yaşamım, ortaokul öğretmenliğinden gazeteciliğe, sanayi odası görevliliğinden üniversiteye, bir büyük şirketin planlama müdürlüğüne ve genel sekreterliğine kadar değişik alanlara yolculuk etti. Ne zaman yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişi ile tutarsızlığın batağına saplanmış bir yöneticiye rastlasam, o yöneticilerin sıkıştıkları zaman içtenlikle yapılmış analizleri, "…teorik sözler bunlar!" diye küçümsediklerine tanıklık ettim.
İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü bir arada tartışmayı sevmem. İki düşünce alanının yeri, işlevi farklıdır; aralarındaki dengeyi koruma insanlığın büyük sorunlarından biridir.
Bugün, ağırlıkla bir "inanç insanı" olan Mevlânâ'dan bir alıntı yapalım da, "kuramın önemini" salt doğa olaylarıyla ilgili olanların değil, inanç dünyası ile uğraşanların da nasıl derinden kavradıklarını anlamaya çalışalım.
Hakikate erişme
Franklin Lewis'in Mevlânâ/Geçmiş ve Şimdi, Doğu ve Batı adlı kapsamlı kitabını Kabalcı yayınladı. Lewis'in saptaması şöyle:
"Mesnevî 'nin V. Defterinin dibacesinde, Mevlânâ bize şeriat, tarikat ve marifet ya da hakikat içinde nerede durduğunu kesin olarak anlatır. Şeriatin bize yol gösteren bir muma benzediğini söyler; o mum olmaksızın manevi yolda adım bile atamayız. Şeraitin ışığıyla yol bir kez aydınlandı mı, sâlik sülûkuna başlar. Bu yolculuğun sonunda hakikate erişilir.
Mevlana simyayı bir benzetme olarak kullanır. Bir öğretmenden ya da bir kitaptan öğrendiği kadarıyla maddenin dönüştürülmesinin gerisindeki nazariyat- kuram- şeriata benzer. Tarikate girmeden önce insanın bunları bilmeye ihtiyacı vardır, fakat kişi kuramın gerçek hayatta nasıl yalnızca tasavvuf yolunda yürürken anlamaya başlar. Madene uyguladığımız kimyevi maddeler deyim yerindeyse manevi yol deneyiminde de vardır. Yalnızca yolu sonuna dek izlemek bizi bakırdan altına dönüştürüp hakikate eriştirir."
Bilimin bugünkü anlamına kavuşmasından birkaç yüz yıl önce yapılan bir değerlendirme…Ama hayatın sadece kültürel özden oluşmadığını, sadece zihin dünyası ile sınırlı kalamayacağını hepimiz biliyoruz. Canımızı, aklımızı, neslimizi korumak için mal ve hizmet üretmeye de ihtiyacımız var. Mal ve hizmet üretirken, insanımızı ve sermaye kaynaklarımızı israf etmemek için de, bize doğru olan yolu gösterecek bir "kuramsal çerçevemiz" olmalı…
Derinden düşünmeliyiz
Çok radikal dönüşüm sürecinden geçtiğimizi kim inkar edebilir? Yeni bir dünyanın kurulduğu gün gibi aydınlık değil mi? Bu dünyanın içinde "doğru konumlanma" yaparak, hem refahımızı artırmamız, hem de insanlığın onurlu bir üyesi olmamız için, varsayımlarımızı sorgulamalıyız…Çünkü iyi bir kuram olmaksızın bilim, bir arşiv koleksiyonu konumuna düşer; bizi gerçeğe götürme gücünü yitirir….
En büyük günah kendimizi israf etmektir. Tutarlı bir kuram üzerinde kafa yormama nedeniyle kendimizi ne kadar israf ettiğimiz üzerine hiç düşünüyor muyuz?
Düşünmeliyiz, hem de derinliğine ve yoğunluğuna düşünmeliyiz…