Meserret çocuklarındır

Faruk ŞÜYÜN
Faruk ŞÜYÜN ODAK [email protected]

Çocukluğum…

"Meserret (sevinçler, şenlik) çocukların, yalnız/ Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle” diye başlayan Tevfik Fikret’in şiiriyle yola çıktım bayramın birinci günü. Ne diyordu Fazıl Hüsnü Dağlarca “Bayram günü ol istersen / Gitsinler gitsinler gitsinler gitsinler / Sen gitme.”

Ben gittim…

Çocukluğumun o şenlikli günlerine doğru gittim. Belleğimdeki o derin, kör kuyuya kendimi bıraktım. Füruzan şunları söylüyor: “Çocuklar unutmaz. Biz, çocukluğumuzu unutuyoruz.”

Ben, unutmamak için, kendimi o derin kuyuya öylece, külçe gibi bıraktım.

TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı Füruzan için hazırladığım kitap bugünlerde bitmek üzere. Füruzan’ın çocuklarını okuyor, düşünüyorum bir süredir. Onlar ki Füruzan’ın kitaplarında vazgeçemediği anlatıcılardır. Sesleri, kokuları, mekânları ve büyükleri olağanüstü bir biçimde belleklerine kaydederler.

Taa ki “hızla avuçlarından kayan yitik çocukluk cennetleri bitene kadar.” Her şeyi onların yetkin anlatımı ile dillendirir yapıtlarında Füruzan.

Ben de çocukluğuma doğru düşerken bir bayram yeri anısına tutunabilir, o şenlikli, cennet günlerimden birini biraz olsun bu köşede dillendirebilirim umuduyla atladım belleğime…

İşte sokağımızın sonundaki alana kurulan bayram yeri: Atlıkarınca, kayık salıncağı, uzak durmamız gereken, parayla oyun oynanan fırdöndücü, bir çadırın içindeki minik kukla tiyatrosu, ip üstünde oynayan cambaz, macuncu, koz helvacı, leblebici Sarı Dede, niyetçi, baloncu…

Bu görüntülere biraz daha tutunabilirsem, ayrıntıları da görebilirim belki.

İki buçuk katlı, bahçe içindeki çocukluğumun evi. Leghorn tavuklarımızın bulunduğu kümes. Bahçenin ortasında, envai çeşit çiçeğin ekildiği göbek. İki dut, iki şeftali ağacı. Biraz ötede leylak…

Üst katta anneannemler oturuyorlar. Bahçeden, demir bir merdivenle onların balkonuna çıkmak mümkün. O bana tonton diyor, ben ona totoş. İsmi Naciye halbuki, ama benim totoş’um. Yani tontonun çocukcası…

Bayram sabahı, camiye, bayram namazına gidiliyor erkenden uyanılıp.

Eve dönüldüğünde kahvaltının mis gibi kokuları biribirine karışmış, davetkâr bir biçimde yayılmış her yere…

Sonra bayramlaşma…

Mendiller, içinde demir, kâğıt paralar. Şeker tutulması…

Ve harçlıklar ile bayram yerine doğru koşturma…

Tabii üzerimde bayram için alınan mutlaka yeni kıyafetler…

Onları kirletmeden, bayram harçlıkları yettiğince bayram yerini değerlendirme. Biliyor musunuz, bizim zamanımızda hepimiz sokak çocuğuyduk! Sokaklarda büyüdük. Mahalle arkadaşlarımız oldu…

Benim, evimin tam karşısında bir ilkokulum, onun biraz aşağısında da bir bayram yerimin olması işin cabasıydı.

Biriktirdiğim misketlerim, gazoz kapaklarım, oynadığım topaçlarım, telli arabalarım vardı…

Bayram günlerinin anıları içerisindeydi hepsi. Çivilerle de oynardık, bahçedeki solucanlarla

da…

Sokakta olan her şey bizim oyuncağımızdı. “Laklak” moda olduğunda, ki o zaman epeyce büyümüştük, dakikalarca onu şaklatıp dururduk. Hulahop günleri anlatılırdı büyüklerimiz tarafından bize laklaklarımızın gürültüsü eşliğinde. İki dedemi ki birine büyük dede, diğerine küçük dede derdim; babaannemi, annemi, babamı; çocukluğumun en iyi arkadaşı Orhan (Okay) Dayı’mı anlatmalıydım.

Büyük dedemler Beşiktaş’ta otururlardı. Fatih’ten 28 numaralı otobüse biner, hemen evlerinin yakınında inerdik. Bayram yerinden bir günlüğüne olsun uzaklaşmış olurdum, ama yeni harçlıklar gelirdi. Hele yaz aylarıysa, Kambur’un Bahçesi’nde, evden götürdüğümüz yemeklerimiz eşliğinde film seyrederdik dedemlerdeki o Beşiktaş akşamında.

Ertesi gün, yeniden ev, yeniden bayram yeriydi hayat. Belleğimin kör kuyusunda, derinlerde bu görüntüleri yakaladıkça meserret büyüdü, gelişti içimde bayramı birinci günü.

Yazmalıydım bu cuma, o meserret günlerini…

Unutmamalıydım çocukluğumu…

O bayramlar artık yoktu, çocukluğum ise ta kör kuyunun dibinde…

Bugün, biraz olsun taşıdım dışarı işte. Avuçlarımdan yeniden içeri kayana kadar tutacağım, ne kadar tutabiliyorsam…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar