Merkez'in ne söylediği değil, ne söyleyemediği önemli
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya 2017 yılı para ve kur politikasını açıkladı. Para ve kur politikası metninde de, Başkan Çetinkaya'nın sunumunda da pek yeni bir şey yok. Aslında olamaz da. Merkez Bankası'nın görevleri belli, uygulanmakta olan para ve kur politikasında değişiklik söz konusu değil, dolayısıyla yalnızca bazı rakamların ve kavramların biraz değiştiğini ifade etmekten öte söylenebilecek çok fazla şey yok.
Ama belli ki söylenemeyen ya da açık açık ifade edilemeyen çok şey var... Para ve kur politikası metninden bir bölüm aktaralım:
"Kur riskini iktisadi birimler yönetmeli"
"TCMB, dalgalı döviz kuru rejimi uygulamakta ve bu rejimde kurlar piyasadaki arz ve talebe göre belirlenmektedir. Döviz arz ve talebini belirleyen esas unsurlar para ve maliye politikaları, iktisadi temeller, uluslararası gelişmeler ve beklentilerdir. Döviz kuru rejiminde TCMB’nin nominal ya da reel herhangi bir kur hedefi bulunmamaktadır. Ancak TCMB, finansal istikrara yönelik riskleri sınırlamak amacıyla TL'nin iktisadi temellerle uyumlu olmayan bir şekilde aşırı değerlenmesine veya aşırı değer kaybına karşı kayıtsız kalmamaktadır. Ayrıca piyasa derinliğindeki azalma veya spekülatif hareketler sonucu döviz kurlarında gözlenebilecek aşırı oynaklıklar da yakından izlenmektedir. TCMB, döviz piyasamızın etkin bir şekilde çalışabilmesi için gerekli önlemleri almaya devam edecektir. Bununla birlikte, uygulanmakta olan kur rejiminde kur riskinin iktisadi birimler tarafından yönetilmesi önem arz etmektedir."
Merkez bir şeyler söylüyor söylemesine ama bunları daha açık ifade edemiyor. Etmesi de beklenemez. Hem zaten Merkez'in görevi bazı olumsuzlukları kamuoyu önünde dile getirmek de değil. Umulan, bu olumsuzlukların gereken platformlarda hükümete iletiliyor olmasıdır.
El üstünde tutulması gereken kurum
Merkez, ekonomide el üstünde tutulması gereken kurum ve diğer kurumların hiçbiriyle kıyaslanamaz. Ama son yıllarda her yönden Merkez Bankası'na yüklendik, üstelik bu durum hala devam ediyor.
Dövizden TL'ye dönüşü "sulandırılmış bir seferberlik" haline getirdik. Döviz bozdurana mezar taşı hediye edene bile rastlar olduk. Hediyeye bakın hediyeye!
Ama niye bu hale geldiğimizi, TL'nin niye bu kadar hızla değer yitirmekte olduğunu irdelemek pek işimize gelmiyor.
"Merkez Bankamız daha itibarlı olsaydı, paramız bu hale düşer miydi" diye hiç düşünmüyoruz.
Döviz rezervinin 120-130 milyara ulaştığı söylenmekle birlikte kullanılabilir rezervin 33-34 milyar düzeyinde olduğunu, bunun da yaklaşık yarısının altından oluştuğunu, dolayısıyla satılabilecek kısmın 20 milyarı bile bulmayacağını bilmiyoruz.
11 Temmuz 2002'de ne oldu?
2002'nin haziran ve temmuz ayları. Dolar yükselme eğiliminde. Merkez Bankası 11 Temmuz'da piyasaya döviz satarak müdahale ediyor. Kimse ne miktarda döviz satıldığını bilmiyor, çünkü satış tutarı 15 gün sonra açıklanıyor.
Müdahaleyle birlikte dolarda bir miktar gerileme yaşanıyor. Çok büyük bir gerileme olmuyor, ama hızlı artış eğilimi kırılıyor.
Bir süre sonra anlaşılıyor ne miktarda döviz satıldığı. Yalnızca 3 milyon dolar. Yanlış okumadınız; 3 milyon dolar.
Aynı yıl 24 Aralık'taki müdahalede bu kez 9 milyon dolar, 11 Mayıs 2004 tarihindeki müdahalede de yine 9 milyon dolar satılıyor.
Merkez'in piyasaları böylesine küçük tutarlı satışlarla bir süreliğine de olsa hizaya sokabilmesinin altında yatan en büyük etkenin ne olduğu belli. TCMB, o dönemlerde bugünlerle kıyaslanmayacak ölçüde itibarlı bir konumdaydı ve attığı adımlar piyasa tarafından mutlak dikkate alınıyordu.
Merkez Bankası'nı zaman içinde giderek yıprattık. Öyle ki, gerekenlerin zamanında yapılmaması, yaptırılmaması yüzünden gün geldi Merkez bir günde, 23 Ocak 2014'te 3.2 milyar dolar döviz satarak piyasaya müdahale etmek durumunda kaldı, ama dövizin artması yine de önlemedi. 3.2 milyar doları sattığımız, adeta "kaptırdığımız" 23 Ocak'tan kısa bir süre sonra, 29 ocak'tan geçerli olmak üzere gecelik borç alma faizini yüzde 3.5'ten yüzde 8'e, gecelik borç verme faizini de yüzde 7.75'ten yüzde 12'ye çıkarmak zorunda kaldık.