Merkez bu sefer piyasayı yukarı yönde yanılttı

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Dün Merkez Bankası belki de uzun süreden beri ilk defa piyasa beklentilerini “yukarı” yönde yanılttı. Para Piyasası Kurulu öncesinde piyasa beklentileri “Geç Likidite Piyasası” (GLP) faizinin sabit tutulacağı yönündeydi. Merkez ise diğer bütün faizleri sabit bırakırken şimdilerde en önemli gösterge faiz olan GLP faizinde 50 baz puanlık bir artışa gitti.

Piyasanın çoğunluğu faizlerde bir artış beklemezken MB’nin böyle bir faiz artışına gitmiş olması ilginç. Bazı yorumcular PPK toplantı sayısının 8’e indirilmesi ve Haziran’a kadar da toplantı olmaması nedeniyle, Merkez’in bu süre içinde oluşabilecek piyasa risklerine karşı önden bir esneklik sağlamak amacıyla GLP faizini artırdığı yorumunu yapmaktalar. (Özellikle AB ilişkilerinde gerilimin daha da artma ihtimali belirmiş durumda.) Ancak ben ana nedenin bu olduğuna kani değilim çünkü alınan kararın piyasalara bugünden reel etkileri söz konusu. MB bundan sonra ortalama fonlama faizini bir gıdım artırmasa dahi, bir süreden beri gerçek “marjinal fonlama oranı” geç likidite penceresi (GLP) olduğu için, piyasa faiz fiyatlamalarında artık dikkate alınacak oran yeni GLP oranı olacak, bu da ister istemez faizlerde yukarı yönlü bir etki gösterecektir.

Bu beklenmedik aksiyon karşısında sanırım biraz da “şeytanın avukatlığı”nı yapmak gerekiyor. Şahsen faiz artırımındaki ana nedenin “mecburi” bir parasal sıkılaştırma ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim. Son dönemde, TL faizlerdeki artışa rağmen kredi hacminde hızlı bir artış söz konusu. Özellikle KGF’nin devreye girmesi bu kredi artışında önemli bir ivme yaratmış durumda. Bu arada KGF kredilerinin gerçek kullanım alanları da oldukça tartışmalı. Asıl amaç olan yeni yatırım ve istihdam yaratmaktan ziyade bu kredilerin daha çok banka borçlarını kapama, kredi-mevduat arbitrajı yapma ve hatta lüks tüketim maddeleri satın alma amacıyla kullanılmakta olduğu şeklinde iddialar var. Böyle olmasa dahi, hızlı bir kredi genişlemesinin enflasyon ve dış ticaret açığına menfi etki yapması kaçınılmazdır.

Zaten MB’nin karar metninde enflasyona özel bir vurgu yapıldığı da dikkatlerden kaçmıyor: “Yakın dönemde risk iştahında gözlenen artış maliyet kaynaklı baskıları bir miktar sınırlasa da enflasyonun bulunduğu yüksek seviyeler fiyatlama davranışlarına dair risk oluşturmaktadır.” Bu cümleyi tercüme edersek; “yakın dönemde risk iştahında görülen artış” yabancıların hafiften Türkiye riskini aldıkları ve döviz kurlarında bir miktar stabilizasyon sağlandığı anlamına geliyor. Cümlenin devamı ise çok yükselmiş olan enflasyonun zam ve ücret artışlarını körükleyerek bir sarmal oluşturma riskini beraberinde getirdiğini ifade etmekte. Ayrıca, MB’nın PPK kararlarını almadan önce o ayın enflasyon gelişmeleri hakkında (en azından piyasa analistlerine oranla) daha iyi bir bilgisi olduğundan hareketle Nisan ayında enflasyonun piyasa beklentisi olan yüzde 0.92’nin üzerinde gelmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu söyleyebiliriz.

Bu arada, ilk rakamlar Mart ayında nominal bazda yüzde 3 (reel bazda yüzde 15!) gerilemiş olan Bütçe gelirlerinin Nisan ayında da gerilemeye devam ettiğini gösteriyor. Türkiye ekonomisinin bütçe ve cari açığın aynı anda var olduğu “çifte açık” (twin deficit) tabir edilen bir duruma girmesi ise başlı başına bir risk. Böyle bir durumda, para politikasında sıkılaştırmaya gitmemenin ise yangına körükle gitmek olacağını da unutmayalım.

Bir de işin ihracat boyutu var. Bilindiği gibi Mart ayı (altın hariç) ihracat rakamımız yüzde 19 gibi oldukça yüksek bir oranda artmış idi. Bu artışın devaluasyon sonucunda TL’nin değer kaybetmesi ile birlikte Türkiye’nin daha rekabetçi bir konuma gelmesinden mi, yoksa ihracat pazarlarımızdaki ekonomik gelişmelerden mi kaynaklandığı ise çok net değil. Ancak ihracat artışının yerel girdilerin payının yüksek olduğu sektörlerden kaynaklanmaması, ikinci unsurun daha etkili olduğunu gösteriyor. Nitekim, MB de daha önceki metinlerde olduğu gibi bu karar metninde de AB ülkelerinin talebindeki artışın ihracata olumlu etki yapmakta olduğunu vurguluyor. (Öte yandan, bugün itibarıyle Nisan ayı ihracat artış trendi yüzde 5’lere gerilemiş vaziyette.) Kısacası, TL’nin değer kaybı ihracat artışında en önemli unsur değil. Böyle olunca da, TL’nin daha fazla değer kaybını frenlemeye yönelik bir faiz artışına Türkiye’nin dış ticaret rekabetçiliği açısından karşı çıkmak da anlamsızlaşıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019