Merkez Bankası'nın tedirginliği artabilir
Geride bıraktığımız yıla ait son sanayi üretim endeksi verisi de açıklandı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış verilere göre bir ay öncesine kıyasla sanayi üretiminde yüzde 5.7 oranında bir artış var. Oldukça yüksek ve etkileyici bir üretim artışı bu.
Bu artışla birlikte krizin sanayi üretimi üzerindeki olumsuz etkisi de artık geride kaldı. Krizden önceki en yüksek sanayi üretimi düzeyine Mart 2008'de ulaşılmıştı. Aralık ayı üretimi bu düzeyden yüzde 5,1 oranında daha yüksek. Grafik 1, 2005 başından bu yana mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimindeki hareketleri gösteriyor. Mart 2008'deki üretim düzeyi yatay bir çizgiyle temsil ediliyor.
Sanayi üretiminin beklenenin üzerinde çıkması, 2010'a ilişkin büyüme tahminlerini de yukarıya çekti. Yüzde 9 dolaylarında bir büyüme hızından söz edilmeye başlandı. Tüm bu gelişmeler sevindirici.
Buna karşın, be olumlu gelişmenin iki olumsuz yan etkisinden söz etmek mümkün. Birincisi, yüksek büyüme yüksek ithalat artışı anlamına da geliyor. Cari işlemler açığı zaten yüksek; cari dengedeki bozulmanın artacağına işaret ediyor yüksek büyüme. Mevcut açığın kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse edildiği hatırlanırsa, bu olası bozulmanın can sıkıcı özelliği kendiliğinden ortaya çıkar.
İkinci olumsuzluk ise Merkez Bankası açısından söz konusu. Mevcut üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyi arasındaki fark olarak tanımlanan çıktı açığı, Merkez Bankası'nın faiz kararlarını alırken göz önüne aldığı en önemli değişkenlerden bir tanesi. Hızlı üretim artışı, çıktı açığının kapanmakta olduğunu gösteriyor. Bu, enflasyonun ileride izleyeceği yol açısından olumsuz bir gelişme.
Elbette enflasyonu etkileyen başka değişkenler de var. Ama bu değişkenlerin bir kısmı da enflasyon açısından olumsuz sinyaller veriyorlar. Mesela ham petrol fiyatları, varil başına 90 dolara yakın bir düzeyde seyrediyor. Son bir ay içinde döviz kurunda da belirgin bir artış gerçekleşti.
Bu gelişmeler karşısında Merkez Bankası'nı bir nebze olsun rahatlatan, temel enflasyonun düşük düzeyde seyretmesi. Bu köşenin okurları sözünü ettiğim rahatlama konusunda çekincelerim olduğunu hatırlayacaklardır. Kısaca şuydu:
2006 başından bu yana ana enflasyon, hep temel enflasyonun üzerinde gidiyor. Oysa temel enflasyonun ana enflasyonun ileride alacağı değerin bir göstergesi olması, dolayısıyla düşük giden temel enflasyonun ileride de ana enflasyonun düşeceğini ima etmesi için, her iki enflasyon arasındaki farkın sıfır etrafında dalgalanması gerekir. Bunca yıldır iki enflasyon arasında gözlenen tek yönlü fark eğer çok büyük bir tesadüften kaynaklanmıyorsa, temel enflasyonun bu işlevi yerine getiremediğini gösteriyor. Bu çerçevede, TCMB'nin salt temel enflasyona bakarak rahatlamaması gerekiyor.
Şimdi Merkez Bankası'nın yeni para politikası çerçevesini hatırlayalım. Bir yandan kredi arzındaki hızlı artışı yavaşlatmak için zorunlu karşılık oranlarını artırıyordu. Öte yandan kısa vadeli faiz oranlarını belirliyordu. Mevduatın çok kısa vadeli olduğu, dolayısıyla Merkez Bankası'ndan temin edilen fonlarla mevduat arasında önemli bir ikamenin olduğu Türkiye koşullarında, bu iki politikanın -BDDK ve siyasi otorite tarafından ek önlemler alınmadıkça- çelişmesi olasılığı vardı. Zira Merkez Bankası'nın, piyasa faizinin belirlediği faize yakın bir düzeyde seyretmesi için, bankaların likidite gereksinimlerini gidermesi gerekiyordu.
Yeni para politikası çerçevesinde Merkez Bankası'nın son iki toplantıda faiz indirimine gittiğini hatırlayalım. Bu indirimler sözünü ettiğim olası çelişkiyi kuvvetlendirici indirimlerdi. Enflasyonun ileride izleyeceği yol açısından sözünü ettiğim olumsuz gelişmelerin bu faiz indirimlerinden sonra belirginleşmesi, Merkez Bankası'nın tedirginliğini artırabilir.