Merkez Bankası'nın tartışılan kararlarının etkileri neler oldu?
f
"Nasıl oluyor da oluyor?" dizisine bu haftalık ara verip, güncel bir konuyu ele alacağım. Merkez Bankası'nın (MB) üst üste aldığı kararları daha önce bu köşede ayrıntılı bir şekilde tartışmaya çalışmıştım. Bu kararların amaçlanan etkileri yaratıp yaratmadıklarına dair bir ön değerlendirme yapmak artık mümkün. Bu nedenle bu konuya dönüyorum.
Çok hızlı kredi genişlemesi, bankaların giderek daha riskli projeleri (ve ödeme kabiliyeti sınırlı olan tüketicileri) finanse etmeleri anlamına da gelebiliyor. Bu, ileride geri dönmeyen kredi sorununun artması demek. Temelde bu nedenle ekonomistler çok hızlı kredi genişlemesinden ürküyorlar. Bir de bu hızlı kredi genişlemesinin arkasındaki nedenlerden biri her an geri çekilebilecek kısa vadeli yabancı fon girişleri ise, bu korku daha da yükseliyor.
MB temelde bu nedenlerle hızlı kredi genişlemesinden rahatsız. Rahatsızlığını artıran iki neden daha var: Birincisi, kredi hızla artarken Türkiye'de cari işlemler açığı da artıyor. İkincisi, bu açık ağırlıklı olarak 2010'da kısa vadeli yabancı fon girişleri ile finanse edildi. Bu fon girişlerinin temel nedeni ise gelişmiş ekonomilerdeki çok düşük faiz hadleri ve o ülkelerin merkez bankalarının ekonomilerini paraya boğmaları. Bu geçici durum eninde sonunda tersine işlemeye başlayacak.
MB'nin son kararları nelerdi?
MB, hızlı kredi genişlemesini frenleyebilmek için bankaların kredi açabilecekleri fon miktarını azaltmayı amaçlıyor. Bu amacına ulaşmak için bankaların topladıkları her bir liralık mevduat ve benzeri fonlar için MB'de bulundurmak zorunda oldukları (dolayısıyla, kredi olarak değerlendirmeyecekleri) karşılıkların hesaplanmasında kullanılan zorunlu karşılık oranlarını ilk defa 23 Eylül 2010'da artırdı. Bu karar tüm vadeler için geçerliydi. Daha sonra 12 Kasım 2010'da yine tüm vadelerde zorunlu karşılık oranlarını yükseltti. Bu iki kararın net etkisinin piyasadan 4.2 milyar lira çekilmesi yönünde olacağını da açıkladı.
Bunu iki karar daha izledi: 17 Aralık 2010 ve 24 Ocak 2011 kararları. İlkinde kısa vadeli lira cinsi mevduatlar için karşılık oranları yükseltildi. Bir yıl ve üzerindeki vadeler için ise düşürüldü. Ayrıca bankaların, repo borçları için de zorunlu karşılık ayırmaları istendi. Net etkinin piyasadan 7.6 milyar lira çekilmesi olacağı açıklandı. İkincisinde ise uzun vadeler için bir değişikliğe gidilmezken, üç ay ve daha kısa vadeli mevduatlar için zorunlu karşılık oranları yükseltildi. Bu kararın net etkisinin ise piyasadan 9.8 milyar lira çekilmesi yönünde olacağı vurgulandı. Kısacası, lira cinsinden mevduatlar için 23 Eylül 2010'dan başlayarak alınan kararlarla MB'nin piyasadan çekilmesini beklediği likidite toplamda 21.6 milyar lira.
MB bu politikayla yetinmedi, iki adım daha attı. Birincisi, MB'ye bankaların gecelik vadede sattığı paraya ödenen faizi çok düşük bir düzeye -yüzde 1.5'e- düşürdü. Böylelikle çok kısa vadeli yabancı fonların Türkiye'ye gelebilecekleri kanallardan birini (carry-trade kanalını) tıkamaya çalıştı. İkincisi, temel politika faizini (haftalık vadede bankalara sattığı paranın faizini) iki ayrı Para Politikası Kurulu kararıyla düşürdü.
Bu son iki karardan ilkinin doğru bir karar olduğu konusunda bir tartışma yok. İkincisi ise şüpheyle karşılandı: Enflasyon hedefinin ulaşılabilirliği konusunda tartışmalara varken, bu kolay anlatılabilir bir politika değildi. Anlaşılmadı da. Şimdi zorunlu karşılık oranlarının yükseltilmesinin kredi arzı üzerindeki etkilerini rakamlarla inceleyeceğim.
Kararların etkisi oldu mu?
Zorunlu karşılık oranları değiştirildiğinde, bu değişiklik hemen geçerli olmuyor. 24 Ocak günü açıklanan yeni oranlar 4 Şubat tarihinde banka bilançolarında yer alan mevduatlar için uygulanıyor. Bankalar o tarihteki mevduat rakamlarına göre MB'de ne kadar karşılık tutacaklarını hesapladılar. Bu karşılıkların MB'ye yatırılması ise şöyle oluyor. Hesaplamaların yapıldığı cuma gününden (4 Şubat) iki cuma sonra (18 Şubat) karşılıkların 'tesis dönemi' başlıyor. Bu dönem on beş gün sürüyor. Farklı bir ifadeyle, tesis dönemi 18 Şubat ile 4 Mart arasındaki iki haftadan oluşuyor. Bu tesis döneminde her gün hesaplanan miktarı tutmak zorunda değil bankalar; önemli olan, iki haftanın ortalamasının hesaplanan miktara eşit olması.
Elimizde 4 Mart tarihli tüketici kredisi, 25 Şubat tarihli toplam kredi rakamları var. 24 Ocak kararı için bir ilk değerlendirme mümkün. Daha önceki kararların ise toplam etkisinin çoktan ortaya çıkmış olması gerekir. Artık kredi rakamlarına bakabilirim. Durum şöyle:
Son zorunlu karşılık oranı kararının uygulanmaya başlandığı 18 Şubat'a kıyasla, tüketici kredisi toplamı iki haftalık sürede yüzde 1.4 oranında yükselmiş. Diğer kararların etkisine de bakmak için kıyaslama tarihini 1 Ekim 2010'a götüreyim. Bu tarihteki kredi miktarı ile karşılaştırıldığında (beş aylık bir dönem) şu anda tüketici kredileri yüzde 13.1 oranında daha yüksek. Karşılaştırmayı yılbaşından (iki aylık bir dönem) bu yana yaparsam ise tüketici kredilerinin artış hızı yüzde 4.1 olarak belirleniyor.
Şimdi toplam kredi miktarındaki gelişmelere geçiyorum. 25 Şubat ile 18 Şubat arasındaki bir haftalık dönemde toplam krediler yüzde 1 oranında artmış. 1 Ekim 2010'dan bu yana ise toplam kredilerdeki artış hızı yüzde 16.5. Karşılaştırmayı son iki aylık dönemle sınırlarsam bu hız yüzde 3.8 olarak belirleniyor.
Elbette son kararın etkisini görmek için biraz daha beklemek gerekiyor. Ancak diğer üç kararın kredi arzına etkisini değerlendirmek mümkün; bu kararlar kredi arzındaki hızlı artışı yavaşlatmamışlar. Son kararın etkisinin ise şimdilik arzu edilen yönde olmadığı ortada.
Neden böyle?
MB bir açmazla karşı karşıya: Enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesindeki temel politika aracı olan repo faizini belirlediği düzeyde tutabilmesi için, bankaların likidite gereksinimlerini gidermek zorunda. Oysa finansal istikrar amacı çerçevesinde, zorunlu karşılık oranlarını yükselterek sistemden likidite çekiyor. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" durumundan kurtulması üç koşula bağlı. Bu üç koşula geçmeden 'lahana turşusu' tarafından örnekler vereyim.
MB, 23 Eylül 2010 ile 8 Ekim 2010 arasındaki iki haftada piyasaya ortalamada 13.5 milyar lira para vermiş (repo yoluyla). Bu değer, 18 Şubat 2011 ile 4 Mart 2011 arasındaki dönemde ortalama olarak 28.2 milyar liraya yükselmiş. Farklı bir ifadeyle, karşılık oranlarının artırılarak piyasadan net olarak 21.6 milyar liranın çekilmesinin hedeflendiği dönemde, piyasaya 14.7 milyar lira aktarılmış.
En son kararda ise 9.8 milyar liranın piyasadan çekilmesi amaçlanıyordu. O dönemde piyasaya haftalık vadede aktarılan para ise 11.6 milyar lira (18 Şubat 2011 ile 4 Mart 2011 arasındaki dönemde aktarılan paranın ortalaması ile 18 Şubat 2011'den önceki bir haftada aktarılan miktarın ortalaması arasındaki fark). Farklı bir ifadeyle, son kararla piyasadan çekilmesi amaçlanan paradan daha fazla para piyasaya aktarıldı.
Şimdi hem perhiz yapıp hem de lahana turşusu yemekten nasıl kurtulunur sorusuna yanıt arayayım.
Çıkış nasıl olabilir?
Birinci koşul: MB repo ihaleleri ile haftalık vadede likidite sağlıyor bankalara. Karşılık oranlarını yükselterek çektiği likiditenin ortalama vadesi ise bankaların mevduat ve benzeri borçlarının ortalama vadesi kadar. Bu iki vade çok farklı ise, karşılık oranlarını yükselterek çekilen likiditeyi telafi etmek ve eski hızla kredi açmak üzere bankalar haftalık vadede ek borçlanmaya gitmezler. Oysa öyle değil; iki vade arasında büyük fark yok. İlk koşul sağlanmıyor (yukarıdaki kredi ve repo rakamları bunu gösteriyor).
İkinci koşul: Bu durumda, MB'nin karşılık oranlarını öyle bir noktaya getirmesi gerekir ki, bankalar azalan likiditelerini haftalık vadede telafi etmenin bilançolarını bozucu etkisinden ürksünler ve kredi arzını kıssınlar. Uç(uk) örnek: Karşılık oranını yüzde 100 yaparsanız, kredi arzı falan kalmaz ortada. Dolayısıyla, öyle yüksek bir karşılık oranı bulmalısınız ki, bu yolla azalan likiditeyi telafi etmek ve kredi arzını aynı hızla sürdürmek istemesin bankalar.
Üçüncü koşul: Bankacılık Düzenleme ve Denetleme otoritesi devreye girip, kısa vadeli kaynaklarla kredi açılmasını zorlaştırıcı düzenlemeler yapabilir. İşte bu üçüncü koşul sağlanırsa, MB'nin yeni politika çerçevesinin başarı şansı yükselir.