Merkez Bankası hareketsiz kalmaya devam ediyor, ama!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Merkez Bankası, salı günü bir kez daha bekleneni yaptı, ama gerekeni yapmadı! Beklenti faiz ve diğer para politikası araçlarında bir değişikliğe gitmeyeceği yönündeydi, sonuçta da öyle oldu. Merak ediyorum, MB piyasanın beklentilerinin gerçekten de piyasanın istediği kararlar olduğunu mu düşünüyor acaba?

Halbuki piyasa “bizim bildiğimiz Başçı olsa olsa bu şekilde hareket eder” diye düşünerek beklentilerini oluşturuyor.  Nitekim MB’nin hızlanan devalüasyon karşısında hareketsiz kalmasının sonucu kurların bir tık daha yukarı giderek doların 2.90 seviyesine ulaşması oldu. MB tepki vermekte ne kadar gecikirse, sonuçta vermek zorunda kalacağı tepki de o kadar yüksek olacak. (2014 Ocak’ını hatırlayalım.) 

Halbuki MB Salı günü politika faizlerini 50 baz puan bile yükseltmiş olsa, gelişmeler konusundaki hassasiyetini ve sıkı para politikası duruşundaki kararlılığını göstererek çok daha pozitif bir imaj ortaya koyacaktı. Ama bunu bile yapmadı, yapamadı.

Esasen, bahsettiğimiz faiz artışı sadece bir formalite, ‘de facto’ gerçekleşmiş bir durumun ‘de jure’ hale getirilmesi olacaktı. Zaten, ortalama fonlama faizi 2 aydan beri yüzde 8.5 civarında. (Bankalararası faizler ise tavan faiz olan yüzde 10.75 seviyesinde. Haliyle, kredi ve mevduat faizlerinde de yukarı doğru hareketlenme söz konusu.) 

Öte yandan, haksızlık etmeyelim toplantı metninde ve eş zamanlı olarak yayınladığı ‘yol haritası’ notlarında zaman içinde para politikasında bir sıkılaştırmaya gidileceğinin işaretleri de verilmekte. (Ancak, bu sıkılaştırmanın FED’in faiz artışına endeksli olacağı anlaşılıyor.) Rezerv opsiyon mekanizmasında ve zorunlu karşılık faizlerinde yapılması planlanan değişiklikleri bir kenara bırakırsak (ki bunların piyasa dinamikleri üzerinde ancak marjinal bir etkisi olur), faiz koridorunun bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı etrafında daha simetrik bir hale getirilmesi ve daraltılması öngörülmekte. (Anlaşılan ‘sadeleştirme’den kastedilen de bu!)

Bugünkü konjonktürde bandın üst koridoru olan 10.75’lik borç verme faizinde hiç kimse bir indirim beklemediğine göre, bu zaman içinde bir haftalık repo faizinin yüzde 9.50’ye, borç alma faizinin ise yüzde 8.25’e yükseltilmesi anlamına geliyor. (Eğer faiz koridoru 3.50’den, 2.50’ye daraltılırsa.) Ancak ben bu politikanın zamanında ve bu seviyelerde uygulanabileceğinden (özellikle AKP için çok kritik bir erken seçim arifesinde) çok şüpheliyim doğrusu.

Sn. Başçı kur üzerindeki baskıyı sadece iç ve dış siyasi gelişmelere atfederek, “bu gelişmelere para politikası tepkisi verilmesinin bir fayda sağlamayacağı” gibi bir mantıkla hareket ediyor olabilir. Mutlaka ki siyasi gelişmeler TL’nin diğer GOP para birimlerine göre daha çok zayıflamasında etkili oldu.

Ancak, bu durum gelişmelere kayıtsız kalmak anlamına gelmemeli. Türkiye ekonomisini diğer GOP’lardan negatif yönde ayrıştıran pek çok özellik var. Bunun başında hem varlık, hem de yükümlülüklerdeki yüksek oranlı dolarizasyon olgusu gelmekte. Evet, özel sektörün dış borcunun ve açık pozisyonun göründüğü kadar risk içermediği konusunda çok yazılıp çizildi. Ancak bunun da sınırları var. Bu kadar yüksek oranlı kur artışları eninde sonunda mali sorunlara da yol açacaktır. Mevduat tarafında da tatsız bir gelişme göze çarpıyor. Eskiden, belirli bir kur artışı sonrasında DTH’larda bir çözülme gözlemlerdik (ve bu da döviz üzerindeki baskıyı azaltırdı). Ancak şimdi aksine DTH’ların giderek arttığına şahit oluyoruz. Dolarizasyon oranı (DTH’ların toplam mevduata oranı) yüzde 47’e yaklaşmış durumda ki bu en son 2001 krizi sonrasında görülen çok yüksek bir oran.

Bir merkez bankası başkanı için bunu söylemek garip ama Sn. Başçı’nın bugüne kadar enflasyon düzeyi ve hedefi konusunda yeteri derecede hassasiyet gösterdiğini söylemek pek mümkün değil. Bugünlerde de aynı durum fazlasıyla geçerli. Daha geçen ay açıklanan yüzde 6.9’luk enflasyon hedefinin şimdiden kadük olduğu ortada. (Bu sene de enflasyonun yüzde 8’in üzerinde gerçekleşeceği artık kesinleşmiş durumda.) Sn. Başçı en büyük hassasiyeti ise döviz rezervlerinde süreklilik arz eden azalmalara karşı gösteriyor. (Rezervlerin, özellikle net rezervlerin seviyesine bakılınca, bu oldukça anlaşılabilir bir hassasiyet!)

Bugünlerde hareketsiz kalmasının bir sebebi de rezervlerin 5 aydır stabil bir seviyede seyretmesi olabilir. Ancak bu çok yanıltıcı olabilir. Türkiye’nin cari açığı 45 milyar doların, cari açığın milli gelire oranı da yüzde 6 seviyesinin altına kolay kolay düşmeyecektir. (Bunun sebeplerini başka bir yazıda ele alacağım.)  Öte yandan, finansal girişlerin zayıfladığı ve önümüzdeki dönemde daha da zayıflayacağı çok bariz. Kısacası, eğer MB kendi sıkılaştırmaya gitmez ise, kısa süre içerisinde finansal koşullar onu sıkılaştırmaya zorlayacaktır zaten.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019