Merkez bankası faizleri ne kadar aşağı çekebilir?
Faizler düşerken reel efektif kura dikkat! Reel efektif kur (REK) 44 ülkenin TÜFE’leriyle bizim TÜFE’mizi karşılaştırır. REK’deki düşüş, TL’nin reel olarak değer yitirdiğini, yani Türk varlıklarının yabancı varlıklara göre değerinin düştüğünü ifade eder. Artıştaysa bunun tam tersidir.
TÜFE bazlı REK Eylül 2015’te 90.45 seviyesine kadar gerilerken, iki ay içinde %9.41’lik kaybı yaşıyor. 14 Temmuz’da 2.6270 olan dolar/TL, 24 Eylül itibariyle 3.0755’e yükselirken TL’nin de %14.58 değer kaybına maruz kalmış olduğuna tanık oluyoruz. Merkez Bankası faizleri ne kadar aşağı çekebilir? Bu sorunun yanıtını, 2007 Ağustos’undan bu yana piyasa vermektedir. Son sözü her zaman piyasalar söylemektedir.
- Merkez Bankası’nın faizleri istediği kadar aşağı çekebilmesinin ilk engelini, 17 Mayıs’taki %8.47 ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti gösteriyor. Yıllık bileşikte %8.84’e karşılık gelen bu fonlama maliyetiyle 2 yıllık gösterge bonosunu taşımak, finansal kuruluşlara %0.88 kâr olanağı (spread) sağlıyor. Ülke riski başlığı altındaki; vade, politika, jeopolitik, ekonomik riskler bu kâr düzeyine sıkıştırılıyor.
- İkinci başlığı beklentileri şekillendirebilme düzeyi tanımlıyor. Kısa vadeli faizlere aşağı yönde müdahale eden bir Merkez Bankası’nın esas hedefi, uzun vadeli faizleri daha düşüş seviyeye çekebilmek olacaktır. Bu yolla, şirketlere devamlı sermaye, bireysellere ucuz kaynak sunabilmiş olacaktır. 10 yıllık gösterge tahvilin bileşik faizi cuma günü %10.28’den kapanmıştı. Faiz pazartesi günü %10.40’a ve salı sabahıysa %10.50’e tırmanmıştı. Bu artış, ekonomi yönetiminin planladığına inanmayan bir piyasa bakış açısını yansıtmaktadır. Son sözü söyleyenin piyasa olduğunu unutamıyoruz. Bu durum, deprem gerçeğimizi unutarak yapılan meskenler kadar, tehlikeli bir inatlaşmadır. Arka planda ekonomimizin fay hatlarında biriken gerilimi gizlemek de mümkün değildir. Bu gerçekleri unutmuş gibiyiz. Oysa dış kaynak finansmanına aşırı bağlılığımız, tüketim destekli büyüyor olmamız, sanayi sektörünün milli gelirden payını sürekli küçültmemiz gibi etkilerle yapısal sorunlarımız bir kez daha su yüzüne çıkıyor. Sonuçta küresel yatırımcı, yılbaşından beri Türkiye ekonomisini gelişmekte olan ülkeler arasında farklı bir yere oturtuyor.
- TÜFE enflasyonumuz nisanda yıllık %6.57’e gerilerken, çekirdek enflasyondaki yüksek seyrimiz sürüyor. Bu durumda gıda fiyatlarındaki düşüş etkisi, enflasyon üzerinde sınırlı kalacaktır. Rusya’ya alternatif pazarlar bulunabileceği gibi, bir süre sonra baz etkisinin de ortadan kalkacağını hesaba katmak gerekir.
- FED’in faiz artırım olasılığında temmuz tahminleri %49’u işaret ediyor. 2017 sonunda %2-3 gibi FED faizlerini öngörür olduk. Bu konjonktürde FED yetkililerinin faiz artırım kararlığını destekleyen bir ABD ekonomisinin bulunduğunu da unutmayalım.
Büyük durgunluğun başladığı yıllarda, dörtayak üstüne düştük. Bugün için ekonomimizi zor günler beklemektedir. Bir köşeye sıkıştığımız gerçeğini değiştirebilecek tek hamle, yapısal reformlara öncelik vermektir. Kim bilir, belki de yabancı yatırımcı ilgisi, eski temposuna dönebilir. Böylece biz de küresel krizin uzun vadeli durgunluk (secular stagnation) dalgasından muaf olabiliriz.