Merkez Bankası dışındaki aktörler devreye girmeli
Merkez Bankası'nın geçen sene sonundan itibaren politikalarını değiştirmesini desteklemiş, ancak sadece bu kurumun önlemler almasının istenilen amaca ulaşılmasını sağlayamayacağını belirtmiştik. Şimdi Mart ayının ortasındayız. İlk kararların ardından üç aya yakın süre geçti. Bu öngörünün haklılığı ortaya çıkıyor. Kredi genişlemesi yavaşlamıyor; cari açık daralmıyor. Dahası, likidite azalmıyor ve esasında mevcut ortamda azalmaması daha iyi.
Önce ulaşılmak istenen amacı ve şu anda nerede olduğumuzu görelim. Sonra neler yapılabileceğini söyleyelim.
TCMB'nin (ve ekonomi yönetiminin) amacı makroekonomik dengelerle birlikte finansal (bankacılık) dengelerinin birlikte oturtulmasıydı. TCMB, hızlı kredi genişlemesinin iç talebi aşırı tetiklediğini, bunun da cari dengeyi bozucu bir etki yaptığını söylüyordu. Bu köşede de yazılan yazılarda 2010 büyümesinin iç talebe aşırı bağımlılığının üzerinde durulmuştu. TCMB, buna ilaveten, politika faizlerinin nisbi yüksekliği sebebiyle içeriye fon akımlarını teşvik ettiğini, bunun da TL'nin değerlenerek yine cari açığı yükseltici yönde etki ürettiğini söylüyordu. Bu da doğruydu.
Alınan "sıradışı" önlemler iki bacak üzerinde inşa edildi. Birincisi politika faizlerinin düşürülmesiydi. İkincisi, bu faizlerin kredi faizlerini düşürücü (ve kredi talebini daha da artırıcı) etkisini ortadan kaldırmak için munzam karşılıkların yükseltilmesiydi.
Birbirine zıt etkileri de içlerinde barındıran bu "politika demeti" bu köşede desteklendi. "Sürdürülebilir ekonomik istikrar için aşırı bugünkü karlardan feragat" şeklindeki yaklaşıma yurt içi ve dışındaki gözlemciler ve bankacılık kesimi de genellikle olumlu tepki verdi. Her halukarda, kriz sonrasında, Türk bankacılık sektörünün son senelerdeki, yüzde 20'ler civarındaki sermaye karlılığı, şu anki uluslararası standartlara göre oldukça yüksek. Avrupa'da yüzde 12-15 civarındaki rakamlar başarı olarak görünüyor. Dolayısıyla, istikrarın devamının değeri bankalar açısından yüzde 1-2'lik kar kayıplarına oranla daha değerli.
Ancak, desteklesek de bu politika demetinin istenen sonuca ulaşamayacağını ve Merkez Bankası dışı kurumların elindeki diğer araçlarla tümlenmesi gerektiğini neden söylemiştik?
Çünkü kullanılan iki ana araç (düşen politika faizleri ve artan munzam karşılıklar) birbirne zıt etkileri içeriyor. Bu yüzden, sonuçta kredi talebi azalsa bile cari açığın en azından yeteri kadar düşmemesi kuvvetle muhtemeldi. Düşen politika faizleri dışarıdan giren sermayeyi bir miktar kösteklese de (kaldı ki bu etkinin de yeteri kadar güçlü olmayacağı belli zira aşırı likidite bolluğu devam ediyor) bunun TL'nin değerini düşürücü etkisi sınırlı kalacaktı. Zira munzam karşılıkların artışının doğurduğu likidite azalışı ters yönde etki edecekti.
Ayrıca, munzam karşılıkların kredi ve mevduat faizleri üzerindeki net etkilerini bu ortamda tam olarak kestirmek güç. Bankalar artan fon maliyetlerini acaba hangi ölçüde kredi faizlerine (yükseltme yönünde) ve hangi ölçüde mevduat faizlerine (düşürme yönünde) yansıtacaktı. Bankaların yurt dışından fonlamasında bir sınırlama olmadığına göre, mevduat tarafında mudilerin rekabetçi gücü yüksek değil. Dolayısıyla, politika faizlerinin düşmesi banka dışı sermaye girişlerini azaltsa da banka sendikasyonları aracılığıyla bu açık telafi edilebilecek.
Ara çözüm, kredi maliyetlerini uç noktada yükseltmek. Örneğin vergi yoluyla tüketici kredilerinin maliyetinin "nihai satış noktasında" maliyetini artırmak. Bu tür bir yaklaşımda munzam karşılık aracının ters etkisi ortadan kaldırılabilir.
Faiz konjonktürü ve bu konudaki politika söylemi, bu ay Avrupa Merkez Bankası'nın verdiği mesajda olduğu gibi yavaş yavaş değişiyor. Büyük ölçüde olmasa da faiz artırımları daha olası hale geliyor. Hem ABD'de hem Avupa'da şu anki düşük faizler zaten bir politika aracı olarak etkili değil; para politikası doğrudan likidite üzerinden gidiyor. Dolayısıyla Atlantik'iin her iki tarafında da, büyümenin kırılgan olduğu bir ortamda dahi faiz yükseltilmesi için bir miktar manevra kabiliyeti var. Bu da TCMB dışı araçların Türkiye'de hızla devreye girmesini gerektiriyor.