Merkez Bankası bağımsız değil!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

GÜNDEM / Tuğrul BELLİ t.belli@turkishbank.com Türkiye'de kanunen TCMB'nin idari bağımsızlığı iyi-kötü tesis edilmiş durumdadır. Yanlış anlaşılmasın, burada Merkez Bankası'nın idari bağımsızlığından bahsetmiyorum. Türkiye'de kanunen TCMB'nin idari bağımsızlığı iyi-kötü tesis edilmiş durumdadır. Bakanlar Kurulu tarafından 5 yıl süreyle atanan Merkez Bankası Başkanı görev süresi boyunca para politikası kararlarında bağımsız hareket etme özerkliğine sahiptir. Doğal olarak, enflasyon hedeflemesi gibi uzun vadeli bir ekonomi politikası belirlerken, hükümet kanadıyla koordineli hareket etmesi gerekse bile, Merkez Bankası politika uygulamalarında bağımsızdır. Benim bu yazıda vurgulamak istediğim ise küresel sermaye akımlarının bu kadar artış gösterdiği bir ortamda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde merkez bankalarının bağımsız para politikası izlemesinin mümkün olup olmadığı sorusudur. Bu sorunun iktisat literatüründeki cevabı ilk defa 70'li yıllarda Robert Mundell tarafından şekillendirilen "üçlem" (trilemma) önermesiyle ortaya konmuştur. Trilemma Türkiye gibi küçük ve açık bir ekonomide, sabit kur rejimi, bağımsız bir para politikası ve serbest sermaye hareketleri hedeflerinin üçünün bir arada gerçekleşemeyeceğini, bunlardan ikisini uygulamaya çalışan bir ekonomi yönetiminin mutlaka kalan diğerinden feragat etmesi gerektiğini ileri sürer. Bu önermeye göre, Türkiye gibi hali hazırda sermaye hareketleri serbestisi olan ve dalgalı kur rejimi izleyen bir ülkede aynı zamanda bağımsız para politikası izlenmesinin de mümkün olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Halbuki, özellikle sermaye hareketlerinin aşırı artış gösterdiği yeni milenyumda, aslında yeni bir trilemma ile karşı karşıyayız. Yüksek montanlı uluslararası sermaye hareketleri ortamında, ne tür bir kur politikası benimsenirse benimsensin, artık bağımsız bir para politikası gütmenin imkanı kalmamıştır. Diğer bir ifadeyle, kur rejiminden bağımsız olarak, ya sermaye hareketlerinin kısıtlanması ya da para politikasının kontrolünün kaybedilmesi söz konusudur. Kur rejimi ister sabit ister dalgalı olsun, merkez bankalarının politika faizleri üzerindeki kararlarının ülkeye giren-çıkan uluslararası sermaye üzerinde önemli etkisi olmaktadır. TCMB gibi anti-enflasyonist bir politika izlemeye çalışan ve kur hareketlerine olan aşırı hassasiyetini her fırsatta gösteren bir idarenin varolduğu bir ekonomide, trader'lar yatırım kararlarında devalüasyon riskini büyük ölçüde görmezden gelmektedirler. Hatta, normal şartlarda devalüasyon riskinin daha yüksek olması beklenilen serbest kur rejimine dayalı ekonomilerde, revalüasyon fırsatının da söz konusu olduğunu görerek, daha agresif politikalar izlemekten de kaçınmamaktadırlar. Bu durum karşısında, Türkiye ve diğer pek çok gelişmekte olan ülkede görülmekte olduğu gibi, yerel para aşırı değerli hale gelmektedir. Doğal olarak, bu aşırı-değerlilik hali de zaman içinde yapısal bir cari açığa sebebiyet vererek ülkenin risk primini artırmakta ve piyasa faizlerine olumsuz bir yansıma yapmaktadır. Merkez Bankası'nın politika faizlerinin parasal aktarım mekanizması kanalıyla enflasyona orta vadede belirli bir etki yapması gerekirken, ilk ve baskın etki çok daha çabuk reaksiyon veren kurlar üzerinde olmaktadır. Kısacası, para politikasının, kurlardan bağımsız olamaması nedeniyle, sadece enflasyona odaklanması mümkün değildir. Yukarıda özetlediğim görüşleri paylaşanlardan biri de Brezilya Merkez Bankası eski guvernörlerinden Antonio Carlos Lemgruber. Kendisi Brezilya'nın ya politika faizlerini derhal yüzde 7-8 düzeylerine çekmesi gerektiğini ya da kısa vadeli sermaye hareketlerine Tobin vergisi benzeri bir kısıtlama getirilmesi gerektiğini belirtiyor. Şu an Brezilya ekonomisinin içinde bulunduğu durumu da Brezilya tarihinin yaşadığı en kötü "Hollanda hastalığı" (Dutch disease) dönemi olarak görüyor. (Hollanda hastalığı bir ülkede bir anda ortaya çıkan doğal kaynaklar nedeniyle ülke parasının aşırı değerli hale gelmesiyle birlikte ekonomisinin de hızla sanayisizleşmeye (deindustrialization) doğru gitmesini ifade ediyor). Bizdeki Brezilya ekonomisi hayranlarına duyurulur. Tabii, Türkiye'nin durumu Brezilya'dan çok daha kötü: Biz, yüksek faiz politikası sayesinde, doğal kaynaklarımız olmadan sanayisizleşmeye (veya çarpık sanayileşmeye) doğru gidiyoruz. Üstelik, yüksek dolarizasyon mirası nedeniyle "sıkı" para politikamız orta vadede bile istenen etkiyi gösteremediği gibi, bir de yapısal yüksek cari açık batağına saplanmış bulunuyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019