Merkez bankaları değişiyor
Malum, küresel kriz öncesindeki asude (!) dönemde Merkez Bankaları sadece fiyat istikrarını (enflasyon) hedefleyen, başka da bir şeye ilgi göstermeyen bir para politikası uygulamakta idiler.
O dönemde Merkez Bankalarının ilgi göstermedikleri, iş edinmedikleri şeyler arasında varlık fiyatları da vardı. Varlık fiyatlarının şişmesi ve balon oluşması para otoritesinin sorumluluk alanı dışında bir olay olarak kabul ediliyordu.Böyle bir fiyat dinamiğinin oluşabileceği, bunun da, sorun haline gelmeden, ilgili piyasa tarafından halledileceği görüşü de neredeyse inanç haline gelmişti.
Enflasyonun görece munis olduğu bu dönemde, gevşek para ve hızlanan uluslar arası sermaye akışının da katkısıyla, küresel ölçekte bir hızlı büyüme dinamiği ortaya çıkmıştı. Hızlı büyüme- düşük enflasyon konjonktürü büyük uyum (great moderation) olarak niteleniyor, piyasa ekonomilerinin adeta altın çağını yaşadıkları düşünülüyordu.
Bu koşullarda merkez bankalarının tek hedefe kilitli bir para politikasında ısrarlı olmaları anlaşılabilir bir şeydi. Merkez bankası paraya hakim olup, enflasyonu düşük tutmaktan sorumluydu. Gerisini piyasalar zaten hallediyordu.
* * *
Gelişmeler böyle olmadı. Küresel kriz oyunu bozdu. Merkez bankalarının boşladığı varlık fiyatları meselesini piyasalar da halledememiş, süreç karakolda bitmişti. Merkez bankaları mal ve hizmet fiyatlarına kilitlenmişken, varlık fiyatlarındaki şişmeyi (balon), bir süreliğine büyüme dinamiğinin arkasına süpürülse bile, piyasalar uzun süre taşıyamamıştı.
Kriz sürecinde büyüyen "çıktı açığı" enflasyonu iyice dibe itince, merkez bankaları büyümenin desteklenmesi, üretimdeki çöküşün tersine çevrilemesi görevine konsantre oldular. Küresel ölçekte, büyüme dostu bir miktar genişlemesi (QE)- düşük faiz süreci başladı. Gevşeyen maliye politikası ile birlikte parasal gevşemenin etkili olduğunu, ekonomilerin hızla dipten döndürüldüğünü biliyoruz.
Ulusal ekonomilere ilk büyüme itişi sağlandıktan sonra iktisat politikalarının yeniden nasıl şekilleneceği meselesi geldi gündeme. Bu noktada farklı anlayışlar çıktı ortaya. Kimileri aynen eski günlere dönülmesi gerektiğini savundu. Maliye politikasında kemer sıkılıp, kamu borcu küçültülecek, merkez bankaları eskisi gibi sadece enflasyon hedefli (muhafazakar) bir para politikasına geri dönecekti. "Enflasyonu indirin, gerisini piyasalar halleder" ideolojisine geri dönülmesi isteniyordu.
Bu yaklaşımım yanlış olduğunu düşünenler de vardı. Küresel krizden çıkışın hemen ardından, büyüme süreci henüz tam anlamıyla istim tutmadan, maliye ve para politikalarını yeniden sıkmaya başlamanın ekonomileri "büyüyememe" sendromuna iteceği öngörülüyordu. Oysa, hala belli ölçüde çıktı açığı vardı ve bu enflasyonu baskılıyordu. Bu koşullarda maliye politikasının büyüme dostu bir gevşeklikte sürdürülmesinin, para politikasının da bununla uyumlu biçimde gevşetilmesinin doğru politika tercihi olacağı açıktı.
* * *
Bu arada, küresel krizden gereken dersi alanlar bir noktaya daha dikkati çekiyordu. Büyüme dostu olarak kurgulanan düşük faiz-gevşek para politikası uygulamasının bir kez daha varlık fiyatları balonu yaratması olasılığı yüksekti. Merkez bankalarının tek hedef (enflasyon), tek araç (politika faizi) anlayışına dayalı muhafazakar para politikası uygulaması bir kez daha çaresizliğe mahkumdu. Dolayısıyla merkez bankalarının muhafazakar duruşu değiştirmeleri ve "fiyat istikrarı" hedefinin yanına "finansal istikrar" hedefini de koyan, araçlarını da çeşitlendiren yeni bir politika anlayışına yönelmeleri gerekiyordu.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası bu yöne ilk dönenlerden birisi oldu. Makro ihtiyati önlemler söyleminin devreye girmesi, mevduat karşılıklarının aktif bir para politikası aracı olarak kullanılmaya başlaması, tek faizden "faiz koridoru" anlayışına kayılmasının arka planında bu gelişmeler yatıyor.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar